Salgın sırasında normalmiş gibi davranmak ne kadar normal?

Dünya çapında bir travmadan en az hasarla hatta verimli bir şekilde çıkmaya çalışıyoruz. Ama beynimizin işlevini de bozan bu tür bir travma yaşayıp etkilenmemek mümkün değil. Üstelik bazen iyi hissetmekle iyi başa çıkmayı birbirine karıştırabiliyoruz. Prof. Aslıhan Dönmez yazdı.

Psikiyatride travmanın tanımı “bireyin fiziksel bütünlüğünü tehdit eden, dehşete düşüren, çaresiz bırakan, kimin başına gelse sıkıntı kaynağı olabilecek olağandışı yaşantılar”dır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi koronavirüs salgını psikiyatrik açıdan bir travmadır. Üstelik, sadece bir bireyi veya belirli bir toplumu değil, tüm dünyayı etkisi altına almış, belki de insanlık tarihinde yaşanan en geniş çaplı travma. Dahası, salgın bitse bile ruhsal, ekonomik, siyasi ve sosyal etkilerinin devam edeceği de çok açık.

Akması gereken duygular

Durum böyleyken salgın sırasında “normal” davranmak (ve insanların da öyle davranmasını beklemek) aslında hiç de “normal” olmayan bir tepki. Bazı duyguların akması gerek, akmazlarsa birikip zamanla daha olumsuz duygulara dönüşebilirler.

Örneğin yas sürecini ele alalım. Değer verdiğimiz ve sevdiğimiz birini kaybettiğimizde doğal olarak yas süreci yaşarız. Yas sürecinin içerisinde üzüntü, özlem, çaresizlik, öfke gibi birçok duygu vardır. Kimileri bu duyguları çok zorlanmadan dışarı vururken, kimileri de donup kalır. Biz psikiyatristler cenazelerde ağlayan ve dövünen insanlardan hiç korkmayız; biliriz ki o kişi yasını yaşıyor ve dışa vuruyordur. Bu, duygunun doğal bir şekilde akmasıdır ve bir gün bitecektir. Fakat biz psikiyatristler, cenaze sırasında kenarda sessiz bir şekilde duran veya cenaze işlerini organize etmek için ciddi bir şekilde koşuşturan, sevdiği birini kaybetmenin üzüntüsü içerisinde görünmeyen kişilerden korkarız; çünkü onların yas süreci doğal bir şekilde akmıyordur, tıkanmıştır ve bu sağlıklı değildir; daha sonra depresyona dönüşme riski yüksektir.

O halde bazı olumsuz duyguları dondurmak, inkâr etmek, içe atmak ve halı altına süpürmek hiç de doğal olmayan, hatta ilerisi için risk oluşturabilecek bir tepkidir. Koronavirüs salgını da kitlesel bir travma; bu travmaya verilecek doğal yanıtları vermemek veya görmezden gelmeye çalışmak, hem bireyleri hem de toplumları (korona kelimesini yasaklayan ülkeler olduğunu duyduk) ilerisi için çok daha sıkıntılı bir sürece sokabilir.

Travmaya normal yanıt nedir?

İçinden geçtiğimiz büyüklükte bir olay yaşayıp da bazı ruhsal belirtiler yaşamamak mümkün değil. Korona salgını muhtemelen çoğumuzun duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz olarak etkiledi. Salgın nedeniyle sık görülen duygular arasında şaşkınlık, çaresizlik, ümitsizlik, öfke, üzüntü, korku, kaygı, endişe geliyor.

Başlangıçta bir süre başımıza gelen olayın büyüklüğünü anlayamadık, şaşkındık. Çin gibi uzak bir ülkede olan, biz “sağlam” Türkleri etkilemeyecek bir durum gibi izliyorduk süreci. Derken giderek yaklaştı, İtalya’da yaşananlar bizi tedirgin etmeye başladı. Ülkemizde ilk vakalar bildirilmeye başlandığında tedirginlik yerini korku ve kaygıya bıraktı. Ölüm haberlerini almaya başladığımızda endişelendik. Şimdi ise muhtemelen pek çok insanın yaşadığı olumsuz duygular arasında çaresizlik, ümitsizlik ve öfke var: Sürecin bilinmezliği, doğru bilgiye ulaşıp ulaşamadığımıza dair soru işaretleri, bilimsel verilerin değişkenlik göstermesi (önce “hasta değilseniz maskeye gerek yok” denirken sonradan “maskesiz çıkılmasın”a dönüşen tavsiyeler), alınan tedbirlerin yeterliliğine dair şüphe ve sürecin iyi yönetilmediğini düşündüğümüzde yaşadığımız öfke. Bu duyguların hepsi travmaya normal yanıt içerisinde değerlendirilmeli.

Bu salgın davranışlarımızı da birçok açıdan etkiledi. Günlük hayatımızın koşuşturmasına ve hızına bir “ara” vermek zorunda kaldık. Bu da birçoğumuza ne zamandır ertelediği aktiviteleri yapmak ya da en azından yapmaya çalışmak için bir fırsat tanıdı. Aynı evde yaşadığımız insanlarla daha çok vakit geçirmek durumunda kaldık; bu bazılarımızın özlemlerini giderdi, bazılarımızın ise maalesef öfkelerini biledi; ev içi şiddet olaylarının arttığına dair haberler medyada yer alıyor. Dışarıda yaptığımız aktiviteler zorunlu olarak azaldı, evde kendimizi oyalamak için yeni uğraşlar bulduk, kimi ekmek yapmaya merak sardı, kimi online kaynaklar üzerinden yabancı dil öğrenmeye. Sosyal hayatımız kısıtlandı, sosyal medyada daha fazla vakit geçirir olduk. Öğrenciler eğitimlerini online almak zorunda kaldılar.

Ve düşünmek için zamanımız oldu. Korona salgını sonrası dünyanın, önceki dünyadan daha farklı olacağını (ve olması gerektiğini) düşünenler yeni dünyaya nasıl uyum sağlayacağına dair planlar yapmaya başladı bile. Bazılarımız geçmişle hesaplaşmaya girişti. Bazılarımız gelecekle ilgili felaket senaryoları yazmaya başladı. Çoğumuz şu anki durumla ve sonrasıyla nasıl başa çıkacağını planlıyor. Ama herkes düşünceli, herkesin zihni yoğun. Bu “ara” sırasında zihinlerimizi boşaltamadık. Üstelik makul düşünmek her zamankinden daha zor çünkü beynimiz de bu travmadan etkilendi.

Beynimiz travmadan nasıl etkilenir?

Normal koşullar altında beynimizde sinir hücreleri arasındaki sinyal iletiminde süreğen bir akış söz konusudur; beynin anatomik olarak farklı bölgeleri birbirinden bu sinyal iletimi sayesinde haberdar olur. Bir bilginin beyinde işlenmesi ve kaydedilmesi için her bölgenin kendine has katkısı vardır; beynin daha dış tarafında yer alan ve korteks dediğimiz bölgeler bilginin daha düşünsel, somut ve mantıksal kısmını işlerken, beynin daha iç tarafındaki bölgeler bilginin daha duygusal, dürtüsel ve soyut tarafını işlerler. Tabii ki bir bilginin işlenmesi ve kaydedilmesinde bu iki tarafın da katkısı önemlidir. Bu nedenle beyinde tüm yapıların birbiriyle iletişim haline olması önemlidir.

Oysa bir travma sürecinde salgılanan stres hormonlarının da etkisiyle beyindeki sinyal iletiminde ve dolayısıyla bilgi akımında bazı aksamalar ve kopukluklar olur. Korteksle iç bölgelerin haberleşmesi zorlaşır ve bu nedenle bilgi tam olarak bütünleşemeden, bölük pörçük olarak işlenir ve kaydedilir. Bu parçalar halinde kaydedilmiş bilgi kendini tamamlamak ister ve diğer düşüncelere atlar, onların akışını ve işleyişini de bozmuş olur. Travma uzun sürdüğünde artık zihin karmakarışık olmuştur; kişi düşüncelerini organize etme, eski bilgilerini hatırlama, plan yapma, karar verme ve nihayetinde mantıklı düşünme konusunda zorlanır. Bu da akabinde kişiye zarar verebilecek davranışlara yol açabilir. Sokağa çıkma yasağının haberini alan kişilerin sosyal mesafe kuralını hiçe sayarak marketlere hücum etmesi, stres altında beyin işlevlerinin ne kadar bozulduğunun güzel bir örneğidir.

Bu travma döneminde ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız?

Daha önce de değindiğim gibi, koronavirüs salgını tüm dünyayı etkileyen bir travma ve bu süreçte ruhsal olarak etkilenmemiş olmak mümkün değil. Oysa ruhsal sağlığımızı korumaya yönelik çoğu öneri bu süreçte nasıl iyi hissedeceğimize odaklanıyor. Bu da insanlarda sanki bu süreçte iyi hissetmesi gerekir ya da en azından iyi hissetmeye çabalaması gerekir gibi bir algı oluşturuyor. Aslında bu süreçte iyi hissetmek zorunda değiliz.

Bu süreç, iyi hissedebileceğimiz bir süreç değil. Ama sağlıklı bir şekilde başa çıkmamız gereken bir süreç. Sağlıklı başa çıkmamızı sağlayacak birinci basamak da nasıl hissettiğimizi ve neler düşündüğümüzü başkalarıyla paylaşmak. Çünkü olumsuz duygularımızı ve düşüncelerimizi yok saymaya çalışırsak, bu ileride depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkabilir. Süreçle nasıl başa çıkacağı ise kişiye özgüdür. Kimisi evden çalışmaya odaklanarak başa çıkacak bu süreçle, kimisi çocuğunun online eğitimine katkıda bulunarak. Bazılarımız yeni ilgi alanları keşfedecek, ne zamandır ertelediği aktivitelere zaman ayıracak. Ama herkes kendi iç zenginlikleri doğrultusunda bu süreçle başa çıkmaya çalışacak.

Oysa olumsuz duyguları bastırmaya çalışanlar biraz donuklaşacak; olan biteni bir bilim kurgu filmi gibi izleyecek, her gün ekrana yansıyan ölü sayısına bir istatistiksel veri gibi bakacaklar. Hâlbuki onlar birer istatistiksel rakamdan ibaret değil, hepsinin arkasında bir öykü yatıyor. Hepsinin şu anda yasta olan yakınları var.

Kaygıdan kaçmaya çalışanlar, sağlık çalışanı olan ve bu salgınla mücadelede en ön safhada yer alan insanları ya da yakınlarını kaybedenleri düşünmemeye çalışacaklar.

Sağlık çalışanlarının psikolojisi ise ayrıca önemle ele alınması gereken bir konu, Çin’deki deneyimden sonra sağlıkçılara psikolojik destek verilmesinin gerekliğine dair makaleler bilimsel dergilerde de yayımlanmıştı. Sağlık çalışanları salgından aylar veya yıllar sonra biz psikiyatristlerin karşısına artık tedavi gerektiren psikiyatrik tablolarla gelebilirler. Zira pek çok insan evlerinde salgına dair haberleri izlerken, onlar bizzat o gerçeğin içinde yaşıyorlar ve hayatta kalmak, iyi hissetmeye çabalamak, işlerine devam etmek zorundalar. Yıllardır bekledikleri sağlık çalışanlarına karşı şiddet suçunun cezasının artırılmasına yönelik yasal düzenlemenin nihayet pencerelerden verilen desteklerin, alkışların ardından geldiğini de unutmuyorlar.

Herkesin aklında kalması gereken bilgiyse şu: BU SÜREÇTE İYİ HİSSETMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Salgın sırasında normalmiş gibi davranmak ne kadar normal?

Dünya çapında bir travmadan en az hasarla hatta verimli bir şekilde çıkmaya çalışıyoruz. Ama beynimizin işlevini de bozan bu tür bir travma yaşayıp etkilenmemek mümkün değil. Üstelik bazen iyi hissetmekle iyi başa çıkmayı birbirine karıştırabiliyoruz. Prof. Aslıhan Dönmez yazdı.

Psikiyatride travmanın tanımı “bireyin fiziksel bütünlüğünü tehdit eden, dehşete düşüren, çaresiz bırakan, kimin başına gelse sıkıntı kaynağı olabilecek olağandışı yaşantılar”dır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi koronavirüs salgını psikiyatrik açıdan bir travmadır. Üstelik, sadece bir bireyi veya belirli bir toplumu değil, tüm dünyayı etkisi altına almış, belki de insanlık tarihinde yaşanan en geniş çaplı travma. Dahası, salgın bitse bile ruhsal, ekonomik, siyasi ve sosyal etkilerinin devam edeceği de çok açık.

Akması gereken duygular

Durum böyleyken salgın sırasında “normal” davranmak (ve insanların da öyle davranmasını beklemek) aslında hiç de “normal” olmayan bir tepki. Bazı duyguların akması gerek, akmazlarsa birikip zamanla daha olumsuz duygulara dönüşebilirler.

Örneğin yas sürecini ele alalım. Değer verdiğimiz ve sevdiğimiz birini kaybettiğimizde doğal olarak yas süreci yaşarız. Yas sürecinin içerisinde üzüntü, özlem, çaresizlik, öfke gibi birçok duygu vardır. Kimileri bu duyguları çok zorlanmadan dışarı vururken, kimileri de donup kalır. Biz psikiyatristler cenazelerde ağlayan ve dövünen insanlardan hiç korkmayız; biliriz ki o kişi yasını yaşıyor ve dışa vuruyordur. Bu, duygunun doğal bir şekilde akmasıdır ve bir gün bitecektir. Fakat biz psikiyatristler, cenaze sırasında kenarda sessiz bir şekilde duran veya cenaze işlerini organize etmek için ciddi bir şekilde koşuşturan, sevdiği birini kaybetmenin üzüntüsü içerisinde görünmeyen kişilerden korkarız; çünkü onların yas süreci doğal bir şekilde akmıyordur, tıkanmıştır ve bu sağlıklı değildir; daha sonra depresyona dönüşme riski yüksektir.

O halde bazı olumsuz duyguları dondurmak, inkâr etmek, içe atmak ve halı altına süpürmek hiç de doğal olmayan, hatta ilerisi için risk oluşturabilecek bir tepkidir. Koronavirüs salgını da kitlesel bir travma; bu travmaya verilecek doğal yanıtları vermemek veya görmezden gelmeye çalışmak, hem bireyleri hem de toplumları (korona kelimesini yasaklayan ülkeler olduğunu duyduk) ilerisi için çok daha sıkıntılı bir sürece sokabilir.

Travmaya normal yanıt nedir?

İçinden geçtiğimiz büyüklükte bir olay yaşayıp da bazı ruhsal belirtiler yaşamamak mümkün değil. Korona salgını muhtemelen çoğumuzun duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz olarak etkiledi. Salgın nedeniyle sık görülen duygular arasında şaşkınlık, çaresizlik, ümitsizlik, öfke, üzüntü, korku, kaygı, endişe geliyor.

Başlangıçta bir süre başımıza gelen olayın büyüklüğünü anlayamadık, şaşkındık. Çin gibi uzak bir ülkede olan, biz “sağlam” Türkleri etkilemeyecek bir durum gibi izliyorduk süreci. Derken giderek yaklaştı, İtalya’da yaşananlar bizi tedirgin etmeye başladı. Ülkemizde ilk vakalar bildirilmeye başlandığında tedirginlik yerini korku ve kaygıya bıraktı. Ölüm haberlerini almaya başladığımızda endişelendik. Şimdi ise muhtemelen pek çok insanın yaşadığı olumsuz duygular arasında çaresizlik, ümitsizlik ve öfke var: Sürecin bilinmezliği, doğru bilgiye ulaşıp ulaşamadığımıza dair soru işaretleri, bilimsel verilerin değişkenlik göstermesi (önce “hasta değilseniz maskeye gerek yok” denirken sonradan “maskesiz çıkılmasın”a dönüşen tavsiyeler), alınan tedbirlerin yeterliliğine dair şüphe ve sürecin iyi yönetilmediğini düşündüğümüzde yaşadığımız öfke. Bu duyguların hepsi travmaya normal yanıt içerisinde değerlendirilmeli.

Bu salgın davranışlarımızı da birçok açıdan etkiledi. Günlük hayatımızın koşuşturmasına ve hızına bir “ara” vermek zorunda kaldık. Bu da birçoğumuza ne zamandır ertelediği aktiviteleri yapmak ya da en azından yapmaya çalışmak için bir fırsat tanıdı. Aynı evde yaşadığımız insanlarla daha çok vakit geçirmek durumunda kaldık; bu bazılarımızın özlemlerini giderdi, bazılarımızın ise maalesef öfkelerini biledi; ev içi şiddet olaylarının arttığına dair haberler medyada yer alıyor. Dışarıda yaptığımız aktiviteler zorunlu olarak azaldı, evde kendimizi oyalamak için yeni uğraşlar bulduk, kimi ekmek yapmaya merak sardı, kimi online kaynaklar üzerinden yabancı dil öğrenmeye. Sosyal hayatımız kısıtlandı, sosyal medyada daha fazla vakit geçirir olduk. Öğrenciler eğitimlerini online almak zorunda kaldılar.

Ve düşünmek için zamanımız oldu. Korona salgını sonrası dünyanın, önceki dünyadan daha farklı olacağını (ve olması gerektiğini) düşünenler yeni dünyaya nasıl uyum sağlayacağına dair planlar yapmaya başladı bile. Bazılarımız geçmişle hesaplaşmaya girişti. Bazılarımız gelecekle ilgili felaket senaryoları yazmaya başladı. Çoğumuz şu anki durumla ve sonrasıyla nasıl başa çıkacağını planlıyor. Ama herkes düşünceli, herkesin zihni yoğun. Bu “ara” sırasında zihinlerimizi boşaltamadık. Üstelik makul düşünmek her zamankinden daha zor çünkü beynimiz de bu travmadan etkilendi.

Beynimiz travmadan nasıl etkilenir?

Normal koşullar altında beynimizde sinir hücreleri arasındaki sinyal iletiminde süreğen bir akış söz konusudur; beynin anatomik olarak farklı bölgeleri birbirinden bu sinyal iletimi sayesinde haberdar olur. Bir bilginin beyinde işlenmesi ve kaydedilmesi için her bölgenin kendine has katkısı vardır; beynin daha dış tarafında yer alan ve korteks dediğimiz bölgeler bilginin daha düşünsel, somut ve mantıksal kısmını işlerken, beynin daha iç tarafındaki bölgeler bilginin daha duygusal, dürtüsel ve soyut tarafını işlerler. Tabii ki bir bilginin işlenmesi ve kaydedilmesinde bu iki tarafın da katkısı önemlidir. Bu nedenle beyinde tüm yapıların birbiriyle iletişim haline olması önemlidir.

Oysa bir travma sürecinde salgılanan stres hormonlarının da etkisiyle beyindeki sinyal iletiminde ve dolayısıyla bilgi akımında bazı aksamalar ve kopukluklar olur. Korteksle iç bölgelerin haberleşmesi zorlaşır ve bu nedenle bilgi tam olarak bütünleşemeden, bölük pörçük olarak işlenir ve kaydedilir. Bu parçalar halinde kaydedilmiş bilgi kendini tamamlamak ister ve diğer düşüncelere atlar, onların akışını ve işleyişini de bozmuş olur. Travma uzun sürdüğünde artık zihin karmakarışık olmuştur; kişi düşüncelerini organize etme, eski bilgilerini hatırlama, plan yapma, karar verme ve nihayetinde mantıklı düşünme konusunda zorlanır. Bu da akabinde kişiye zarar verebilecek davranışlara yol açabilir. Sokağa çıkma yasağının haberini alan kişilerin sosyal mesafe kuralını hiçe sayarak marketlere hücum etmesi, stres altında beyin işlevlerinin ne kadar bozulduğunun güzel bir örneğidir.

Bu travma döneminde ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız?

Daha önce de değindiğim gibi, koronavirüs salgını tüm dünyayı etkileyen bir travma ve bu süreçte ruhsal olarak etkilenmemiş olmak mümkün değil. Oysa ruhsal sağlığımızı korumaya yönelik çoğu öneri bu süreçte nasıl iyi hissedeceğimize odaklanıyor. Bu da insanlarda sanki bu süreçte iyi hissetmesi gerekir ya da en azından iyi hissetmeye çabalaması gerekir gibi bir algı oluşturuyor. Aslında bu süreçte iyi hissetmek zorunda değiliz.

Bu süreç, iyi hissedebileceğimiz bir süreç değil. Ama sağlıklı bir şekilde başa çıkmamız gereken bir süreç. Sağlıklı başa çıkmamızı sağlayacak birinci basamak da nasıl hissettiğimizi ve neler düşündüğümüzü başkalarıyla paylaşmak. Çünkü olumsuz duygularımızı ve düşüncelerimizi yok saymaya çalışırsak, bu ileride depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkabilir. Süreçle nasıl başa çıkacağı ise kişiye özgüdür. Kimisi evden çalışmaya odaklanarak başa çıkacak bu süreçle, kimisi çocuğunun online eğitimine katkıda bulunarak. Bazılarımız yeni ilgi alanları keşfedecek, ne zamandır ertelediği aktivitelere zaman ayıracak. Ama herkes kendi iç zenginlikleri doğrultusunda bu süreçle başa çıkmaya çalışacak.

Oysa olumsuz duyguları bastırmaya çalışanlar biraz donuklaşacak; olan biteni bir bilim kurgu filmi gibi izleyecek, her gün ekrana yansıyan ölü sayısına bir istatistiksel veri gibi bakacaklar. Hâlbuki onlar birer istatistiksel rakamdan ibaret değil, hepsinin arkasında bir öykü yatıyor. Hepsinin şu anda yasta olan yakınları var.

Kaygıdan kaçmaya çalışanlar, sağlık çalışanı olan ve bu salgınla mücadelede en ön safhada yer alan insanları ya da yakınlarını kaybedenleri düşünmemeye çalışacaklar.

Sağlık çalışanlarının psikolojisi ise ayrıca önemle ele alınması gereken bir konu, Çin’deki deneyimden sonra sağlıkçılara psikolojik destek verilmesinin gerekliğine dair makaleler bilimsel dergilerde de yayımlanmıştı. Sağlık çalışanları salgından aylar veya yıllar sonra biz psikiyatristlerin karşısına artık tedavi gerektiren psikiyatrik tablolarla gelebilirler. Zira pek çok insan evlerinde salgına dair haberleri izlerken, onlar bizzat o gerçeğin içinde yaşıyorlar ve hayatta kalmak, iyi hissetmeye çabalamak, işlerine devam etmek zorundalar. Yıllardır bekledikleri sağlık çalışanlarına karşı şiddet suçunun cezasının artırılmasına yönelik yasal düzenlemenin nihayet pencerelerden verilen desteklerin, alkışların ardından geldiğini de unutmuyorlar.

Herkesin aklında kalması gereken bilgiyse şu: BU SÜREÇTE İYİ HİSSETMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x