Güvenli bölge uluslararası literatürde her türlü saldırıdan uzak tutulması sağlanan, tarafsız askeri birliklerin ve insani yardım kuruluşlarının serbestçe seyahat edebildiği, sınırları belirlenmiş ve uluslararası koruma altına alınmış yerler olarak tanımlanıyor.
Tampon bölgeyse, birbiriyle çatışma halinde olan iki oluşumun arasında kurulan, çatışan tarafların askerlerinin giremediği, askerden arındırılmış ya da uluslararası güçlerin denetiminde olan yerler. Bu tanımlara bakıldığında Fırat’ın doğusu söz konusu olduğunda, Türkiye’nin daha çok “güvenli bölge ABD’nin ise “tampon bölge” oluşturmak istediği anlaşılabilir.
ABD ile Türkiye “güvenli bölge”den ne anlıyor?
ABD esasen Fırat’ın doğusuna yönelik teklifini bir zorunluluktan ötürü öne sürüyor zira bölgede statükonun sürmesinden yana ve mevcut denge üzerinden bölgede siyasi çözüm aşamasına geçip YPG kontrolündeki alana siyasi statü kazandırmayı hedefliyor. Ancak bölgede YPG otoritesi ve kendi askeri varlığına dönük meydan okumalarla karşılaşabilir. Bununla baş edebilmek için de bir ara çözüm olarak güvenli bölge kurulmasını öneriyor.
Bir amacı da Türkiye’nin güvenlik kaygılarını azaltarak Ankara’nın bölgeye dönük itirazını/müdahalesini ortadan kaldırmak. Bütün bunları yaparken de bölgeye ilişkin uzun vadeli planlarından taviz vermek ve YPG ile sürdürdüğü ittifakı riske etmek istemiyor.
Türkiye’nin güvenli bölgeye bakışıysa çok farklı. Amacı, terör örgütlerinin tek taraflı egemenlik iddiasında bulunduğu ve Türkiye’ye dönük güvenlik tehdidi oluşturduğu bir ortamda söz konusu riskleri bertaraf etmek için, meşru yönetim otoritesini tesis edene kadar bölgedeki güvenliği sağlayacak, terör örgütlerinden arındırılmış bir alan oluşturmak.
Ayrıca PKK’nın Suriye kolu YPG’nin sınırlarından uzaklaştırılmasını ve Türkiye’ye dönük uzun vadede güvenlik tehdidi oluşturmasını engellemeyi, örgütün Suriye’deki kontrolünün kademeli sonlandırılmasını, Suriye krizindeki konumunu pekiştirmeyi ve ülkesindeki Suriyelilerin en azından bir kısmının geri dönüş koşullarını hazırlamayı böylece giderek büyüyen Suriyeliler sorununu yönetilebilir seviyeye indirmeyi hedefliyor.
İki senaryo
Türkiye kendi istediği çerçevede bir güvenli bölge kurabilirse, YPG’nin tüm sivil, askeri ve idari yapılanmasını ortadan kaldırıp tepesinde kendisinin yer aldığı, daha alt seviyede ise kendisinin desteklediği silahlı grupların (Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ya da yerel halkın üyelerinden oluşan yeni silahlı grupların) yerel güvenliği sağladığı bir yapı oluşturacaktır. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde olduğu gibi ÖSO, yerleşim merkezlerinde görev almayacak ve şehir merkezlerindeki güvenlik polis güçleri tarafından sağlanacaktır. Ancak bu senaryo Türkiye’nin tek taraflı olarak güvenli bölge kurması durumunda geçerli.
Güvenli bölgenin Türkiye ve ABD ortaklığında kurulması durumunda ise kağıt üzerinde kalan Münbiç modeli hayata geçebilir. Münbiç modeline göre, mevcut güvenlik yapılanması ve sivil idare korunacak ancak bu yapılar içindeki YPG/PKK unsurları, Türkiye’nin güvenlik onayı vermediği bileşenler temizlenecek, bu pozisyonlara Türkiye ve ABD’nin ortaklaşa belirlediği isimler atanacak, bölgede güvenliği Türk ve ABD orduları ile birlikte YPG dışı gruplar sağlayacaktır.
İngiltere ve Fransa’nın bölgeye asker göndermesinin anlamı ne?
Türkiye ve ABD’nin güvenli bölge konusundaki temel anlaşmazlık noktalarından biri de sahada uluslararası koalisyon güçlerinin varlığı. Türkiye bölgede sadece TSK ve ABD ordusunun olmasını isterken; ABD, Fransız ve İngiliz askerlerinden oluşacak bir gücün yer almasını öneriyor.
Güvenli bölgenin Türkiye ve ABD ortaklığında kurulması durumunda ise kağıt üzerinde kalan Münbiç modeli hayata geçebilir. Münbiç modeline göre, mevcut güvenlik yapılanması ve sivil idare korunacak ancak bu yapılar içindeki YPG/PKK unsurları, Türkiye’nin güvenlik onayı vermediği bileşenler temizlenecek, bu pozisyonlara Türkiye ve ABD’nin ortaklaşa belirlediği isimler atanacak, bölgede güvenliği Türk ve ABD orduları ile birlikte YPG dışı gruplar sağlayacaktır.
Uluslararası bir gücün bölgeye yerleşmesi, YPG’nin sınırlı bir geri çekilme tavizi karşılığında uluslararası koruma altına girmesi, güvenli bölgenin güneyinde kalacak bölgelere dönük Türkiye’nin olası güç kullanma imkânlarının elinden alınması yani YPG bölgelerine uzun vadede siyasi statü sağlanmasının garanti altına alınması anlamına geliyor. Bu da Türkiye’nin itirazının temel nedenini oluşturuyor.
İngiltere ve Fransa yakın zaman önce ABD’nin talebi üzerine Suriye’ye daha fazla asker göndermeyi kabul ettiklerini açıkladı. Ancak bu iki ülke dahi ABD ve Türkiye’nin anlaşmadığı bir ortamda güvenli bölgeye asker göndermek istemeyecektir. İki ülkenin Suriye’de yüzlerle ifade edilemeyecek sayıda az askeri var, bu artırımın da en fazla %10-15 oranında olacağı anlaşılıyor. Asker gönderseler bile bu daha çok Trump’ın destek talebine karşı göstermelik bir adım olmaktan öteye gitmeyecektir. Zira, İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki varlıklarının temel sebebi, IŞİD bünyesindeki vatandaşları hakkında bilgi sahibi olmak, bu konuda YPG ve ABD’nin işbirliğini elde edebilmek. Ancak her iki ülke ABD’nin ne kadar kalıcı olduğunun belirsiz olduğu bir ortamda Türkiye ile çatışma riskini alarak sınır hattında güvenliği sağlayabilmesi mümkün gözükmüyor.
Rusya’nın “güvenli bölge” tercihi ne?
Rusya’nın güvenli bölgeye bakışını belirleyen faktör ise bu bölgenin kim tarafından ve nasıl kurulacağı ile bağlantılı. Rusya resmi politikasında Suriye’nin meşru otoritesi olarak Şam güçlerinin Türkiye-Suriye sınırına yerleşmesini savunuyor. Bu açıdan İsrail-Suriye sınırında uygulanan formülün Fırat’ın doğusundaki sınır hattı boyunca da uygulanmasını istiyor. Suriye-İsrail sınırında İran yanlısı milisler ve Hizbullah sınırdan 85 km. uzaklaştırılmış, Suriye ordusu bölgede kontrolü almış ve İsrail kendi sınırlarında Şam’ın varlığını kabullenmişti.
Rusya Fırat’ın doğusunda da YPG’nin sınır hattından aşağıya çekilmesini buna karşılık Türkiye’nin müdahale etmemesini ve Şam güçlerinin bölgeye yerleşmesine onay verilmesini bekliyor. Rusya bu planı hayata geçirebilmek için 21 yıl önce imzalanan “Adana Mutabakatı” kartını oynadı. Yani Moskova, YPG ile mücadelede Türkiye’ye Şam’ı ortak olarak gösteriyor. Ancak bu önerinin uygulanabilirliği şüpheli.
Adana Mutabakatı uygulanabilir mi?
Adana Mutabakatı’nın uygulandığı döneme göre iki temel farklılık söz konusu. Birincisi, o dönemde Ankara ile Şam arasında tam bir güven ilişkisi söz konusuydu. İkincisi, Suriye güvenlik birimleri PKK ile mücadelede Türkiye’ye ortaklık yapabilecek güce sahipti. Günümüzdeyse iki ülke arasında hem güven bunalımı var, hem de bu teklif kabul edilse bile o yıllara göre aşırı zayıflayan Şam’ın aşırı güçlenen YPG ile mücadelede ne kadar etkin bir ortak olacağı tartışmalı.
Uluslararası bir gücün bölgeye yerleşmesi, YPG’nin sınırlı bir geri çekilme tavizi karşılığında uluslararası koruma altına girmesi, güvenli bölgenin güneyinde kalacak bölgelere dönük Türkiye’nin olası güç kullanma imkânlarının elinden alınması yani YPG bölgelerine uzun vadede siyasi statü sağlanmasının garanti altına alınması anlamına geliyor. Bu da Türkiye’nin itirazının temel nedenini oluşturuyor.
Son olarak bu önerinin ABD tarafından da kabul görmesi gerekiyor. Ancak ABD Fırat’ın doğusundaki varlığını Rusya ve Suriye’ye karşı bir pazarlık aracı olarak görürken bu bölgeyi Şam güçlerine ve Rusya nüfuzu altına terk etmesi gerçekçi değil.
Rusya neden Türkiye’nin tek taraflı müdahalesinden yana?
Muhtemelen Rusya da bu önerinin uygulanabilir olmadığının farkında. Bu nedenle Rusya, Türkiye’nin tek taraflı olarak güvenli bölge kurma fikrine çok uzak olmayabilir. Bunun birkaç nedeni var.
Rusya bu şekilde NATO içindeki çatlağı derinleştirmeyi ve hatta iki NATO ordusunun karşı karşıya gelmesini umuyor.
İkincisi, Rusya, ABD’nin Suriye’den çekilmesini istiyor ve bunun güç kullanımı dışında gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Bu nedenle Türkiye askeri müdahalesinin ABD’nin çekilme sürecini hızlandıracağını hesaplıyor. Aynı zamanda aşırı özgüvenli hareket eden ve Şam ile anlaşmaya yanaşmayan YPG’nin taviz vermeye daha açık hale geleceğini ve ABD’nin koruma sağlayamadığını anlayıp kendisine yaklaşacağını düşünüyor.
Ancak Rusya, Türkiye ve ABD’nin koordineli bir şekilde güvenli bölge kurmasına kesinlikle karşı çıkacak, böyle bir durumda farklı alanlardaki etkinliği üzerinden Türkiye’yi baskı altına almak isteyecektir.
Güvenli bölgenin kurulmasının Suriye krizine olası etkileri
2019’da İdlib dışındaki tüm çatışmasızlık bölgeleri Şam kontrolüne geçti ama hâlâ iki tartışmalı alan var. Birincisi, Türkiye kontrolü veya nüfuzu altında yer alan ve Cerablus’tan başlayarak Lazkiye Vilayeti’ne kadar uzanan bölgenin geleceği. İkinci tartışma konusu da, ABD koruması altında YPG’nin kontrolünde bulunan Fırat’ın doğusundaki alanların durumu.
Moskova ve Şam, İdlib sorununu çözmek adına askeri seçeneği önceledi ve Nisan 2019 ayının son haftasında İdlib operasyonunu başlattı. Ama süreç rejim güçleri ile muhalifler arasında bir güç dengesine ulaşıldığını ve İdlib’de askeri çözümün giderek zorlaştığını ortaya koydu. Bu durum, tarafları İdlib sorununa masada çözüm bulmaya itebilir.
Şam ne pahasına olursa olsun YPG bölgelerine geri gelmek istiyor
Diğer sorun alanı Fırat’ın doğusunda ise uzun zamandır bir bekleyiş söz konusu. Bu bölgeler rejim için hayati önemde, rejim her ne pahasına olursa olsun Fırat’ın doğusuna dönmek istiyor.
Daha önce Suriye güçleri ve İran destekli milisler, Fırat Nehri ile oluşturulan fiili sınırı aşıp YPG bölgelerine uzanma çabası içine girdi. Ancak bu çabalar ABD’nin sert tepkisi ile karşılaşınca askeri seçenek ertelendi.
Rusya, Türkiye’nin tek taraflı olarak güvenli bölge kurma fikrine çok uzak olmayabilir. Bunun birkaç nedeni var. Rusya bu şekilde NATO içindeki çatlağı derinleştirmeyi ve hatta iki NATO ordusunun karşı karşıya gelmesini umuyor.
Şam daha sonra YPG ile diyalog yolunu kullanarak bölgeye geri dönüş imkânları aradı. Ancak Şam-YPG müzakereleri sonuçsuz kaldı. Bunun temel nedeni, halen gücünün doruğunda olduğunu düşünen YPG’nin maksimalist talepleri.
YPG özü itibarıyla aynen Kuzey Irak’ta olduğu üzere kendi bayrağı, güvenlik yapılanması, meclisi olan, aşırı esnek federal/konfederal bir siyasi varlık kurmak istiyor.
Buna karşılık Şam sadece Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde idari özerklik teklif ediyor ve alternatif bayrak, meclis ve güvenlik yapılanması gibi tekliflere kapalı. Halen de rejimin YPG’ye sunabilecekleri ile YPG’nin talepleri arasındaki makas çok açık ve bunun kapanması için Fırat’ın doğusundaki denkleme yeni bir girdinin eklenmesi gerekiyor.
Türkiye tek taraflı müdahale ederse…
Bu noktada Türkiye’nin tek taraflı olarak güvenli bölgeyi kurmasının Suriye’nin doğusunda yeni bir güç dağılımı yaratacağı söylenebilir.
YPG böyle bir durumda ABD’nin kendisini Türkiye’ye karşı koruyamadığını düşünecek ve Rusya’ya yanaşabilecektir. Ana gövdesini YPG’nin oluşturduğu, ABD’nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altındaki Arap ve Hristiyan bileşenler YPG ile olan ittifaklarını gözden geçirecek ve SDG dağılabilecektir. Aşırı kırılgan olan bu ittifak zaten en ufak bir zayıflık halinde dağılmaya müsait durumda. Arap nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde YPG’ye dönük tepkiler su yüzüne çıkacak, Münbiç, Rakka ve Deyr ez Zor gibi vilayetlerdeki YPG karşıtı eylemler güçlenecektir. Bu süreç Rusya ve Şam’ın da beklentilerine uygun olacaktır. Zira Türkiye’nin kuzeyden uygulayacağı baskı ile YPG maksimalist taleplerinden vazgeçecek ve belki ABD’ye mesafe koymak durumunda kalacaktır.
Güvenli bölge adımının olası bir diğer etkisi İdlib üzerinde olabilir. Böyle bir durumda Rusya ve rejim güçlerinin enerji ve kaynaklarını Fırat’ın doğusuna kaydırmaları gerekecek. Bu da İdlib üzerindeki baskının azalmasını sağlayabilir.
MGK bildirisi ne anlama geliyor?
Türkiye, Münbiç yol haritasının imzalandığı tarihten bu yana ABD’nin kendisini oyaladığını düşünüyor. Türkiye, YPG ile mücadelede diplomasi seçeneğinin işlemediği ortamda askeri seçeneği uygulayacağını ifade etmişti ama ABD Başkanı Trump’ın güvenli bölge önerisi ile askeri müdahale ertelendi. O tarihten bu yana Türk ve ABD’li yetkililer güvenli bölge konusunda müzakereler yürütüyor ancak bazı küçük adımların dışında ilerleme sağlanamadı.
Türkiye’nin tek taraflı olarak güvenli bölgeyi kurmasının Suriye’nin doğusunda yeni bir güç dağılımı yaratacağı söylenebilir. YPG böyle bir durumda ABD’nin kendisini Türkiye’ye karşı koruyamadığını düşünecek ve Rusya’ya yanaşabilecektir
Son olarak 22-24 Temmuz 2019 tarihinde James Jeffrey’in Ankara ziyaretinde tarafların ortak bir zeminde buluşamadığı anlaşılıyor. Jeffrey’in ziyaretini takiben toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde “Türkiye’nin bir Barış Koridoru inşa etmek için çaba sarf edeceği” açıklandı. “Barış koridoru” ifadesi, ABD ile koordineli oluşturulması planlanan “güvenli bölge”nin kurulamadığını ve Türkiye’nin tek taraflı olarak bunu oluşturmak kararlılığını ortaya koyuyor.
ABD’ye rağmen güvenli bölge olur mu?
Türkiye her şeye karşın diplomasi seçeneğine şans vermek isteyecektir. Zira ABD’ye rağmen bir operasyon ciddi riskler barındırıyor. En ciddi risk, ABD ordusu ile karşı karşıya gelmek. İkincisi, ABD’nin Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulama tartışmalarının devam ettiği bir ortamda düzenlenecek bir operasyonun bu olasılığı güçlendirecek olması. Ancak buna rağmen YPG sorununun yaşamsal önemi Türkiye’yi bir şekilde hamle almaya itecektir.
Türkiye ilk seçenek olarak Fırat’ın doğusuna “bir adım atmayı” ve herkesin pozisyonunu oluşan bu yeni duruma göre revize etmesini bekleyebilir. “Türkiye güvenli bölgeyi kurar ise ne kadar Suriye’de kalır?” sorusunun yanıtı ise Türkiye’yi askeri müdahaleye iten sebeplerde gizli. Yani Türkiye, Suriye’de YPG tehdidi ortadan kalkana, kontrol ettiği bölgelerden çekildiğinde doğacak boşluk YPG tarafından doldurulmayacağından emin olana ve bütün bunlar siyasi çözüm ile garanti altına alınana kadar bölgede kalmak isteyecektir.
Güvenli bölgenin kurulması halinde göz önünde bulundurulması gereken bazı riskler de var. YPG, oluşturulacak bölgede hizmetlerin sunumunda sıkıntı yaşanması, güvenliğin tam olarak tesis edilememesi yani genel anlamda kurulan sistemin başarısız olması adına her türlü çabayı gösterecektir.
En ciddi risk, TSK ve onunla hareket eden Suriyeli silahlı-sivil unsurlara karşı saldırılar. İkinci risk faktörü Türkiye’den bazı Suriyelilerin bu bölgeye yerleştirilmesi ve bunun yaratacağı baskı ile yerelde tepkilerin/istikrarsızlıkların yaşanması.
Başta ABD olmak üzere Batı da Türkiye’nin hamlesine siyaseten karşı olduğu için bu bölgedeki gelişmeleri mercek altına alacak ve her türlü olumsuzluk Türkiye üzerinde uluslararası baskıya dönüştürülecektir. Yani Türkiye bir yandan yaşamsal seviyedeki güvenlik riskini azaltmak adına terörden arındırılmış bir bölge kurarken, yeni risklerin oluşması da mümkün gözüküyor.
Oytun Orhan, Ortadoğu Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Levant Çalışmaları Koordinatörü. Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (ASAM) Ortadoğu Masası’nda 10 yıl boyunca araştırmacı olarak çalıştı. 2009’dan bu yana ORSAM’da görev yapan Orhan, Suriye ve Lübnan konularına yoğunlaşıyor. Başta Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün olmak üzere Ortadoğu bölgesinde çok sayıda saha çalışması yürüten Orhan, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdürüyor.
Twitter’dan takip edin: @oytunorhn
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.