İran’da kadınların yaşam tarzlarına karışılmasına karşı 2022’de başlattıkları mücadeleden beri uluslararası kamuoyu önüne pek çıkmayan dinî lider Ali Hamaney, Hamas’ın 7 Ekim’de Gazze’den İsrail’e yönelik giriştiği Aksa Tufanı harekâtından bu yana açıklama üstüne açıklama yapıyor.
İlkinde ülkesinin operasyonun ardında olduğu iddialarını reddetti ve “Biz onlarla gurur duyuyoruz ve alınlarından öpüyoruz, bu doğrudur. Ama ‘Bu iş Filistinlilerin dışında birilerinin işidir’ diyenler Filistinlileri tanımamıştır. Filistinlileri küçük gördüler, yanlışları buydu.” dedi. Sosyal medyada İbranice yaptığı ikinci açıklamada ise İsrail yönetimini suçladı ve “Bu felaketi başınıza siz getirdiniz. Diktatör Siyonistler, 7 Ekim yenilgisinin etkisinden kurtulamazsınız” ifadelerini kullandı.
Peki, gerçekten öyle mi? Aksa Tufanı, Hamas’ın tek başına planlayıp yürüttüğü bir harekât mı? Tahran’ın bunda ‘parmağı’ yok mu? Varsa Ortadoğu’da havanın iyiden iyiye yumuşadığı bir ortamda neden böyle bir işe kalkışsın? Uluslararası uzmanlar bu sorunun yanıtını arıyor.
7 Ekim’den bu yana konuyla ilgili yapılan analizlerden üçünü sizin için derledik.
“Kim kaybederse kaybetsin, İran kazanır”
ABD Hava Kuvvetleri Ortadoğu Analisti Aaron Pilkington, Aksa Tufanı’nın başlamasından bir gün sonra The Conversation’da yayınlanan ve ABD’nin İran’a karşı şahin tavrını yansıtan yazısında, İran yönetiminin İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana ABD ve İsrail karşıtı olduğunu hatırlatıyor ve son harekâtın İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme sürecini baltalama amacını taşıdığı görüşünü savunuyor.
Yazıdan öne çıkanlar:
“İsrail ile Filistinli militan grup Hamas arasında patlak veren savaşın tek bir kazananı olacak. O da ne İsrail ne de Hamas. Önümüzdeki haftalarda İsrail ordusu kesinlikle misilleme yapacak ve yüzlerce Filistinli militanı ve sivili daha öldürecektir. Her iki taraftan da binlerce kişinin acı çekeceğine inanıyorum. Ancak ortalık yatıştığında, sadece bir ülkenin çıkarlarına hizmet edilmiş olacak: İran!
İran’ın Filistin ile ilişkisi
İran İslam devrimi rejimi kendini sert bir Amerikan emperyalizmi ve İsrail karşıtı olarak tanımladı.
Filistinlilerin kurtuluşuna destek, İran’ın devrimci mesajının ana temalarından biriydi. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi, İran’a Lübnan’daki İsrail askerlerine meydan okuyarak ve bölgedeki ABD etkisini kontrol ederek anti-Siyonist söylemini hayata geçirme fırsatı verdi.
İran, Devrim Muhafızları’nı Lübnanlı ve Filistinli militanları örgütlemek ve desteklemek üzere Lübnan’a gönderdi. Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde Devrim Muhafızları Şii direnişçilere din, devrimci ideoloji ve gerilla taktikleri öğretti; silah, fon, eğitim ve teşvik sağladı. İran’ın liderliği, bu ilk kursiyerleri ayaktakımı bir savaşçı grubundan bugün Lübnan’ın en güçlü siyasi ve askerî gücü ve İran’ın en büyük dış politika başarısı olan Hizbullah’a dönüştürdü.
Ancak İran her iki devletle de doğrudan karşı karşıya gelme riskini göze alamaz.
İran’ın silahları, fonları ve eğitimi, birinci ve ikinci intifadalar olarak bilinen Filistin ayaklanmaları da dahil olmak üzere, hayal kırıklıkları arttığında İsrail’e karşı Filistinli militanların şiddetinin artmasını sağlıyor.
Bu, Hamas’a İsrail’e saldırı emrini İran’ın verdiği ya da Filistinli militanları İran’ın kontrol ettiği anlamına gelmiyor. Onlar, İran’ın kuklası değil. Yine de İranlı liderler, zamanlaması tesadüfi bir şekilde İran’ın lehine işleyen ve İslam Cumhuriyeti’nin bölgesel nüfuz savaşına oynayan saldırıları memnuniyetle karşıladı.
Hamas saldırısından bir hafta önce Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’ın İsrail’in var olma hakkının resmî olarak ilan edilmesi ve diplomatik angajmanların arttırılmasını da içeren İsrail ile ilişkileri normalleştirme çabalarına ara verdiği yönündeki haberleri yalanladı. “Her geçen gün daha da yakınlaşıyoruz” diyen Selman’ın bu değerlendirmesi Netanyahu tarafından da övgüyle karşılandı.
İsrail-Suudi normalleşmesi, 2020 yılında İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas tarafından imzalanan Abraham Anlaşmaları da dâhil olmak üzere, ABD’nin diplomatik çabalarında bugüne kadar elde edilen başarının doruk noktasını simgeliyor. Anlaşmalar İsrail ile Orta Doğu ve Afrika’daki Arap ülkeleri arasında normalleşmeyi ve barışçıl ilişkiler kurmayı amaçlıyordu.
İsrail’in beklenen sert tepkisinin Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşmesini yakın vadede zorlaştırması ve İran’ın amaçlarını daha da ileriye götürmesi muhtemel.
Savaşın İran lehine üç olası sonucu
Savaşın en az üç olası sonucu var ve hepsi de İran’ın lehine.
Birincisi, İsrail’in sert tepkisi Suudi Arabistan ve diğer Arap devletlerini ABD destekli İsrail normalleşme çabalarından soğutabilir. İkincisi, İsrail tehdidi ortadan kaldırmak için Gazze’ye daha fazla girmeyi gerekli görürse, bu Doğu Kudüs veya Batı Şeria’da başka bir Filistin ayaklanmasına neden olabilir, bu da İsrail’in daha geniş çaplı bir müdahalesine ve daha büyük bir istikrarsızlığa yol açabilir.
Son olarak, İsrail ilk iki hedefine gerekli olan en az güçle ulaşabilir, alışılagelmiş sert taktiklerden vazgeçebilir ve gerilimi tırmandırma ihtimalini azaltabilir. Ancak bu pek olası değil.
Ve İsrail-Filistin şiddetinin bir sonraki raundu gerçekleştiğinde, ki gerçekleşecek, İran liderlerinin yine kendilerini iyi iş çıkardıkları için tebrik edeceklerine inanıyorum.”
“İran İsrail senaryosunu aylardır hazırlıyordu, MOSSAD bunu göremedi”
Amerikan Entrerprise Enstitüsü’nden Danielle Pletka ise Foreign Policy dergisi için kaleme aldığı yazıda, İran’ın bu saldırıyı aylardır planladığını iddia ediyor ve saldırının İsrail istihbaratının büyük bir başarısızlığı olduğu görüşünü savunuyor. Yazıdan önemli kısımları derledik:
“Şu anda, 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan bu yana İsrail’e yönelik en önemli saldırı olabilecek bu olay, büyük bir istihbarat başarısızlığı gibi görünüyor. İsrailliler hem Gazze’de hem de Batı Şeria’da inanılmaz bir şekilde dinleme yapıyorlar. Ancak savaşın gidişatını İsrail aleyhine çevirecek bu planı ıskaladılar. Üstelik Hamas, Hizbullah ve diğer İsrail karşıtı milis grupları uzun süredir destekleyen İran’ın bir yıldan uzun bir süredir böyle bir şey yapma planlarının reklamını yapmasına rağmen bunu kaçırdılar.
Dinî lider Ali Hamaney’in web sitesinde Ağustos 2022’de yayınlanan bir röportajda, Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami de aynı şeyi söyledi:
“Filistinliler bugün kara savaşına hazır. İsrail’in en büyük zayıflığı kara savaşıdır. Füzelerle savaşmak mücadelenin ana noktası değildir. Toprakların kara kuvvetleri tarafından kurtarılması gerektiğini biliyorlar. Füzeler caydırıcılık ve statik savaşlar için mükemmel olsa da toprakları özgürleştirmez. Karaya dayalı bir güç konuşlandırılmalı ve “kutsal savunma” savaşında [1980-88 İran-Irak Savaşı] yaptığımız gibi adım adım toprakları özgürleştirmelidir. Savaşın sonucu, mücadele sahaya indiğinde belirlenecek ve Hizbullah ile Filistin’in cesur ve deneyimli insanları tek bir askerî oluşum halinde sahaya inecektir.”
Şu anda devam eden süreç özetle budur.
İran’ın Filistin’deki gruplara mali ve askerî desteği
Filistin’deki tüm gruplar İran tarafından hem mali hem de askerî olarak destekleniyor.
İşsizlik ve yoksullukla yanı sıra suç ve çetelerle boğuşan ve İsrail’le süregelen çatışmalar karşısında güçsüz hisseden Filistinliler arasında giderek artan huzursuzluk çok açık.
Daha vahim olanı, Hamas veya diğer bilinen terörist gruplarla bağlantısı olmayan Filistinliler Cenin çatışmalarında önemli bir rol oynadı ve bu da İran ve müttefiklerinin Batı Şeria’daki nüfuzlarını genişletmek için kullanmaya çalıştıkları bir fırsat sundu.
Buna ek olarak, son aylarda bir zamanlar Gazzeli grupların yetki alanında olan roket saldırıları Batı Şeria’ya taşındı ve insansız hava araçlarının görüş alanı dışında hareket etmeyi kolaylaştıran tüneller ilk kez Filistin Yönetimi kontrolündeki topraklarda bulundu. İran’ın uzun vadeli planının meyvesi olan silahlar da artık Hizbullah’tan Batı Şeria’ya doğru artan bir hızla ilerliyor ve Hamas, Filistin İslami Cihad ve El Fetih’in azalan kontrolü ve liderlerinin Filistin’i özgürleştirmedeki başarısızlığı nedeniyle harekete geçen çeşitli ayrılıkçı grupların eline geçiyor.
Ayrıca Arap İsraillileri ve İsrail’in içinde yaşayan Filistinli İsrail vatandaşlarını eğitmek ve silahlandırmak için giderek daha ciddi çabalar var. Bu yıl İsrail güvenlik güçleri İran silahlarını İsrail’e sokan yeni Hizbullah kaçakçılık yollarını ortaya çıkardı. İran’ın İsrail içinde eleman toplama çabaları yeni olmasa da Hizbullah suç ve terörizm arasındaki faydalı bağı fark etti. Hizbullah ve İran, suçlular tarafından kullanılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı rotalarını kullanarak açık bir kapıdan geçiyor.
Daha da endişe verici olanı, İran liderliğinin tercih ettiği Filistinli gruplara daha agresif bir bilgi aktarımına başlamak için stratejik bir karar vermiş olması ve böylece kaçakçılığın daha zor hale gelmesi durumunda üretime devam edebilmeleri.
İran’ın amacı ne?
İran’ın bu çok cepheli tırmanışının ardındaki mantık nedir?
Kara operasyonları başladığı anda, göç eden İsrailli siviller ve askerlerden oluşan büyük dalgalar birbirine karışacak ve Siyonistlerin askerî komuta ve kontrol sisteminin dengesi bozulacak. Savaş koşulları altında tüm bu düzen bozulacaktır, çünkü İsrail’in toprakları küçük ve yoğun nüfuslu.
Peki, İsrail’de kimler yaşıyor? Bu topraklara refah ve rahat bir yaşam için gelen insanlar. Böyle bir savaş senaryosunda, Siyonist rejim kontrolden çıkmış yangın dalgaları ve hiçbir şeyin durduramayacağı cihatçıların hareketiyle karşı karşıya kalacaktır. O zaman neler olacağını göreceksiniz.
İran Devrim Muhafızları lideri bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce böyle bir tablo çizmişti. Neden şimdi topyekûn savaşa yol açacak bir tırmanış için uygun bir an olduğuna inanıyordu?
Bir dizi kritik faktör var: Kasım ayında 88 yaşına girecek olan Abbas’ın ileri yaşı ve ölümünün yaratacağı kaçınılmaz boşluk; İsrail hükümetinin yargı reformları konusunda süregelen iç siyasi çekişmeler ve bunun sonucunda yedek askerlerden gelen savaşmama yönündeki benzeri görülmemiş tehditler; ABD’nin Asya’ya yeniden dengelenme ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nın tekrar tekrar vurgulanmasıyla desteklenen ABD’nin geri çekilme hissi; Tahran’da en üst düzeylerde ABD’nin bir çatışmada İsrail’i desteklemeyeceğine dair bir inanç; Suriye’de hem İran’ı hem de Hizbullah’ı meşgul eden tehditlerin hafiflemesi ve son olarak İran’ın nükleer silah devleti statüsüne asimetrik olarak yaklaştıkça, bölgedeki eylemleri ne kadar provokatif olursa olsun İsrail’in misillemesine karşı bağışık hale geldiğine dair artan inancı.
İran, İsrail’in 1948’den bu yana görmediği türden çok cepheli, şehirden şehre savaşların yaşanacağı bir gelecek öngörüyor. Kudüs’ten bakıldığında bu plan, İsrail’in çok üstün gücü karşısında bir hayal gibi görünebilir. Yine de bu, İsrail’in bu hafta sonu gerçekleşen saldırı gibi bir şeye hazırlıklı olduğu anlamına gelmeliydi. Ama öyle olmadı.”
İsrail-İran savaşından bahsedenler Filistinlileri öfkesini görmüyor
ABD’nin Güney Carolina eyaletindeki Clemson Üniversitesi’nden İran ve Ortadoğu uzmanı Arash Azizi ise The Atlantic için kaleme aldığı yazıda, İran’ın son çatışmalardan faydalanacak taraflardan biri olduğunu ancak bunun, operasyonun İsrail’in son yıllarda şiddetini artıran baskıları karşısında Filistin halkının yaşadığı öfkenin bir patlaması olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği görüşünü savundu.
Yazının en önemli kısımlarını derledik:
“Birçok yorumcu İsrail’in Filistinlilerle olan çatışmasının analizine İran’ı dahil ediyor. Bu anlaşılabilir.
Ancak İsrail-Filistin çatışması öncelikle İran’la ilgili değil: İsrail’in Filistin topraklarını on yıllardır işgal etmesi, Gazze Şeridi’ni acımasızca kuşatması ve yönetimi altındaki milyonlarca Filistinliyi haysiyetlerinden mahrum bırakmasından kaynaklanıyor.
Yine de İran, Arap iç siyasetine o kadar karıştı ki 7 Ekim’le ilgili hiçbir doğru analiz onun rolünü görmezden gelemez. Hamas zaman zaman Türkiye ve Katar gibi ülkelerden bir miktar nakit ve siyasi destek aldı. Ancak Türkiye’nin İsrail ile kapsamlı güvenlik ilişkileri var ve Katar daha önce İsrail ile arabuluculuk yaptı ve resmî olarak iki devletli çözümü savunuyor.
Dünyada sadece bir devlet Hamas’a sadece para vermekle kalmıyor, aynı zamanda önemli ölçüde askerî ve siyasi destek de sağlıyor. Bu devlet aynı zamanda dünyada İsrail’i tamamen yok etmek için savaşmaya söz veren tek devlet: İran İslam Cumhuriyeti.
Tüm bunlar İran’ın 7 Ekim saldırılarının planlanmasında doğrudan parmağı olduğu anlamına mı geliyor? Hamas ve Hizbullah’ın üst düzey üyeleri İran Devrim Muhafızları Ordusu yetkililerinin geçtiğimiz Pazartesi günü Beyrut’ta yapılan bir toplantıda saldırıya yeşil ışık yaktığını öne sürdü. Detayları ne olursa olsun bu operasyon için aylarca hazırlık yapılmış olmalı ve Hamas’ın Tahran’ı bu çapta bir şeyle öylece şaşırtmayacağı neredeyse kesin. En azından bir koordinasyon söz konusu olabilir.
Esad bile normalleşmişti
Saldırıların bu kadar çok kişiyi şaşırtmasının bir nedeni de aylardır Ortadoğu’daki eğilimin diplomatik uzlaşma ve anlaşmazlıkların giderilmesi yönünde olması.
Katil siciline rağmen Suriye rejimi Arap Birliği’ne yeniden kabul edildi; Türkiye Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ile yakınlaştı; İran ise Suudi Arabistan ile diplomatik bağlarını yeniden kurdu.
Hazreti Muhammed’in doğum günü vesilesiyle bu hafta yaptığı yıllık “İslami birlik” konuşmasında Hamaney bu uzlaşma eğilimini desteklediğini ifade etti: “İran ve Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler temel konularda ortak bir tutum benimserlerse,” dedi Hamaney, “baskıcı güçler iç işlerine ya da dış politikalarına müdahale edemeyeceklerdir.”
Hamaney’in sözünü ettiği üç ülke de ABD’nin İran’la genelde iyi ilişkiler içinde olmayan müttefikleri: Kahire’nin Tahran ile diplomatik ilişkileri yok ve İran ile Ürdün arasındaki ilişkiler de çok sınırlı. Her iki ülke de Yahudi devletini tanıyan ilk Arap ülkeleri oldukları için İsrail ile onlarca yıldır ilişkileri var.
Suudi Arabistan bu mesajlara açık gibi görünebilir. Dışişleri Bakanlığı’nın saldırıların ardından yaptığı açıklamada Hamas’ı kınamaktan özenle kaçınıldı ve bunun yerine İsraillilere “işgalin devam etmesi, Filistin halkının meşru haklarından mahrum bırakılması ve kutsallarına karşı sistematik provokasyonların tekrarlanması sonucunda durumun patlamasının tehlikelerine dair tekrarlanan uyarılar” hatırlatıldı. Ancak Riyad’ın, Suudi Arabistan’ın tarihsel duruşu olan ve hiçbir zaman değiştireceğini söylemediği bu pozisyonu belirlemek için İran’a ihtiyacı yoktu: Filistinliler devletsiz kaldığı sürece İsrail’i tanımak yok.
Bibi’nin ikilemi
İsrail hükümeti için asıl ikilem de burada yatıyor. İsrail’in Filistinli komşularıyla çatışmasını görmezden gelebileceği, yönetebileceği, küçültebileceği ya da basitçe unutabileceği yönündeki on yıllardır süren yanılsama, pahalıya mal olan bir hata oldu. Bibi lakaplı Benjamin Netanyahu, ülkenin diplomatik ve ekonomik başarısını engellemeden Batı Şeria’nın işgalini sürdürebileceğini düşünüyordu. Ancak diğer İsraillilerin de uzun zamandır uyardığı gibi, bu eninde sonunda patlayacak bir balondu.
İran rejimi Filistinlileri silahlandırıyor ve onları İsraillilere karşı kendi ölümcül gündemine doğru yönlendiriyor. Ancak İsrail’in Filistinlilere boyun eğdirmeye devam etmesi, böylesine iltihaplı bir yaranın var olmasına ve Tahran’a istismar edebileceği kolay bir konu sunmasına neden oluyor.
Tahran’la ittifak yapmak, onun emirlerini yerine getirmek ve masum İsrailli sivillere terör uygulamak Filistinlilere hiçbir olumlu sonuç getirmeyecektir. Yedi milyon Yahudi İsrailli ve İsrail Devleti hiçbir yere gitmiyor.
Tek umudumuz bölgedeki ve ötesindeki sorumlu aktörlerin önümüzdeki günlerde, yangın daha da büyümeden bir ateşkes sağlayabilmesidir.
Ancak uzun vadede Tahran’ın ölümcül gündemine karşı koymak için İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulunması gerekecektir.”
Bu yazı ilk kez 12 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.
The Israel-Hamas war: No matter who loses, Iran wins (theconversation.com)
https://foreignpolicy.com/2023/10/08/iran-irgc-role-involvement-hamas-attack-israel-gaza-war-hezbollah/
https://www.theatlantic.com/international/archive/2023/10/hamas-iran-tehran-axis-israel-war/675586/