Su vermezsek gitmek zorunda kalırlar

İsrail, Batı Şeria’nın önemli bir kısmını ilhak etmeye hazırlanıyor. O bölgede yaşayan insanlar neler yaşıyor? 5 kez evi yıkılan Filistinli köylüden İsrail yerleşimcilerin hedefindeki insan hakları savunucusu Hahama, Batı Şeria’dan insan manzaraları…

“Tam da oradaki boğulma ve mahpusluk hali nedeniyle Araplar Gazze’den taşınacaklar… Belki biz onlara yeterince su vermezsek başka şansları kalmaz, çünkü meyve bahçeleri sararıp çürüyecek.”

Bu sözleri, 1967 işgalinin mimarı İsrail Başbakanı Levi Eşkol bundan 43 yıl evvel bakanlar kurulunda dillendirmişti. O dönemde Gazze için söylemiş olsa da bu politika on yıllardır Batı Şeria’da bilfiil uygulanıyor. Özellikle de 1995 Oslo II Anlaşması uyarınca doğrudan İsrail kontrolüne bırakılan ve şimdilerde büyük bir kısmında ilhak hazırlıklarının yürütüldüğü -Yahudi yerleşimlerinin geniş kısmını, su ve yeraltı kaynaklarını, verimli tarım arazilerini ve stratejik bölgeleri içeren- Batı Şeria’nın %60’lık C Bölgesinde…

Buralarda yaşayan 300.000’i aşkın Filistinlinin seyahat serbestisi, okula ve hastaneye erişimleri oldukça kısıtlı; geçim kaynakları ve başta su olmak üzere en temel ihtiyaçları İsrail’in sıkı denetiminde; ev inşa etmeleri fiilen yasak, bürokratik kâbuslarla ve sık sık ev yıkımlarıyla karşılaşıyorlar; İsrail askerlerinin ve çevrelerindeki yerleşimcilerinin saldırılarına ve tacizlerine sürekli maruz kalıyorlar; keyfi tutuklamalar ve hiç bitmeyen yıldırma politikaları da cabası…

İsrail’in Batı Şeria’nın doğusu boyunca uzanan verimli ve stratejik önemi haiz Ürdün Vadisi’ni ilhak planı aylardır tartışılırken konunun pek de gündeme gelmeyen bir boyutunu, yani bu topraklarda yaşayan binlerce Filistinli için ilhakın ne anlama geldiğini foto muhabiri Adrian Guerin, Orient XXI web sitesi için kaleme aldı. 25 Haziran’da yayınlanan “Ürdün Vadisi: Etnik Temizlik ve Filistinli Çiftçilerin Tacizi” başlıklı yazıda günlük hayatta yaşananları Filistinlilerin dilinden anlatıyor.

Suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka dayalı olduğu bölge

Yazı, el-Hadidiye köyünden Ömer adlı bir Filistinlinin hikâyesiyle başlıyor. İsrailli askeri yetkililer sabahın 6’sında köye gelip ‘Eşyalarınızı toplayın ve evi boşaltın’ emri vermiş. Ev sahibi izin için başvuru yaptıklarını belirtse de askerler hiç umursamayıp ‘Bizimle konuşma, avukatına konuş’ demiş. Birkaç saat sonra hem Ömer’in yaşadığı aile evi hem de köyden diğer beş bina yıkılmış. Ömer, Adrian Guerin’e evinin 1982’den beri beşinci defa ordu tarafından yıkıldığını anlatmış.

Yazar Guerin durumu şöyle özetliyor: “Ev yıkımı, Ürdün Vadisi’nde Filistinlilerin hayatlarını dayanılmaz kılmak için İsrail’in kullandığı geniş taktikler repertuarından sadece biri. Burası dünyada suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka dayalı olduğu bir bölge. Zeytin ağaçları rutin olarak sökülüp atılıyor, buğday tarlaları yakılıyor ve su tankları tahrip ediliyor.”

Yazar, Ürdün Vadisi’nin kuzeyinde yer alan küçük bir kırsal yerleşim olan el-Hadidiye’yi şöyle anlatıyor:

“Bir İsrail askeri üssü birkaç kilometre kuzeydeki bir tepeden aşağıya doğru bakarken, 2 kilometre kuzeybatıdaki küçük bir Yahudi yerleşimi de el-Hadidiye’nin neredeyse tamamen işgalcilerle kuşatılmasını sağlıyor. Ordu, el-Hadidiye’nin kuzey, doğu ve güneyindeki geniş toprak parçalarını yaklaşılması yasak atış alanları olarak ilan etmiş. El-Hadidiyye’ye giden asfaltsız yol burada yaşayanlar ve yardım örgütleri tarafından tamir edilip düzeltildiğinde İsrail ordusu hemen gelip yolu tahrip etmiş. Burada yaşayan insanların bölgenin suyunu kontrol eden İsrailli şirketten su temin etmelerine izin verilmiyor. 2015’te bu topluluk bir hafta boyunca ordunun her gün gelip nezaret ettiği bir yıkım dalgasıyla karşılaşmış, ta ki aileler toz toprak üzerinde uyur hale gelene kadar.”

Guerin, İsrail ordusunun teftiş ve gözetim için son dönemde birkaç haftada bir el-Hadidiye’ye uğradığını belirterek sözü Ömer Beşarat’a veriyor:

‘Konuşmuyorlar, sadece fotoğraf çekip not alıyorlar. Bazen de sadece insansız hava aracı kullanıyorlar. Sonra da yıkım emriyle geri dönüyorlar. Emri bir taşla yere iliştirip gidiyorlar. Yüzümüze bile bakmıyorlar…’

Korku aşılamak için kullanılan kasıtlı bir strateji: Belirsizlik

Yazarın belirttiğine göre, yıkım emri geldikten sonra bölge sakinleri evlerinin yıkılacağını biliyor ama vakti hakkında hiçbir fikirleri olmuyor. Ömer diyor ki ‘Bir hafta, bir ay, hatta yıllar sonra yıkım emri uygulanabilir.’ Guerin’in de belirttiği üzere, belirsizlik Filistinlilere korku aşılamak için kasıtlı bir strateji. Ömer, ‘Maksat, sadece yıkmak değil, gözdağı vermek. Bu şekilde yaşamaktan bıkıp usanıp terk etmemizi umuyorlar’ diye sözlerine devam etmiş.

Yazar, Ömer’den sonra 70 yılı aşkın bir süredir el-Hadidiye ve civarında yaşayan Ebu Sakr’ın hikayesine ve mücadelesine geçiyor:

“Ebu Sakr, yıkımları durdurma çabasıyla İsrail Yüksek Mahkemesi’ne kadar gitti. Hâkim, hiçbir sabıka kaydı olmamasına rağmen, yakındaki İsrail yerleşimi için bir tehlike teşkil ettiği gerekçesiyle aleyhinde karar verdi. Ebu Sakr, ‘Ben Arap’ım. Onların nazarında potansiyel bir teröristim.’ diyor. Ayrıca kendisine bir ‘göçebe bedevi’ olarak herhangi bir yere yerleşebileceği de söylenmiş. Abu Sakr diyor ki, ‘Filistinlilerin inşaat ruhsatı almaları neredeyse imkânsız; dolayısıyla nereye gidersek gidelim evimizi yıkacaklar. Bizim bu bölgeden gitmemizi istiyorlar’.”

Yazar, hayvancılıkla geçinmeye çalışanların durumunu da anlatıyor. Guerin’e göre, İsrail Ürdün Vadisi’nde giderek yayıldıkça Filistinli çobanların sürülerini otlatabileceği topraklar da azalıyor. Çobanlar ne kadar sakınırlarsa sakınsınlar ya İsrail ordusu tarafından gözaltına alınıyorlar ya da hemen her gün yerleşimcilerin sözlü tacizlerinden fiziksel saldırılarına, vandallıklarından kundaklamalarına kadar türlü türlü tacizlerine ve yıldırmalarına maruz kalıyorlar.

Cezasız kalan şiddet eylemleri

Fotomuhabir bundan sonra sözü, her hafta Ürdün Vadisi’ndeki İsrailli yerleşimciler tarafından tehdit edilen Filistinlilerle birlikte çalışan Adaletin Tevrat’ı adlı bir İsrail insan hakları örgütünün kurucusu Haham Arik Ascherman’a getiriyor. Ascherman ise durumu şöyle özetlemiş: ‘Yerleşimciler, mali açıdan hayatta kalmalarını imkânsız kılacak şekilde Filistinlileri yeterince taciz ederseniz, tek bir kurşun dahi atmadan onları terk ettirirsiniz düşüncesindeler.’

Yazar, yerleşimcilerin şiddet eylemlerinin neredeyse tamamen cezasız kaldığını belirtiyor ve Filistinlilere karşı yerleşimci şiddetini izleyen bir İsrail STK’sı olan Yeş Din’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir raporunda, yerleşimci şiddeti vakalarının %91’inin dava açılmadan kapatıldığı verisini aktarıyor.

Bu konuda Haham Ascherman yazara şunu anlatmış: ‘Eğer ki bir Filistinli çoban ile bir İsrailli yerleşimci yüz yüze gelirse, yerleşimci onu düpedüz öldürebilir ve saldırıya uğradığı için başka seçeneği kalmadığını söyler. Bu durumda hiç kimse Filistinlinin söylediklerinin tek kelimesine bile itibar etmez.’ Ascherman’ın kendisi de Filistinliler sürülerini otlatırken koruma maksadıyla onlara eşlik ettiği için yerleşimciler tarafından tekmelenmiş, sopayla dövülmüş ve bıçaklanmış; ordu tarafından gözaltına alınmış ve evine tehdit mektupları bırakılmış.

İsrail kendi tarımını geliştirmek için Filistin’i susuz bırakıyor

Yazar Guerin, konuyu iktisadi potansiyelin kullanımına ve Filistinliler için son derece hayati bir mesele olan suya getiriyor: “İsrail, Ürdün Vadisi üzerindeki iddiasını büyük ölçüde bölgenin stratejik önemine dayandırsa da, bölgenin ekilebilir arazisinin geniş iktisadi potansiyelinin boşa gitmemesi noktasında oldukça dikkatli. On yıllardır sivil nüfusunu bölgedeki stratejik olarak konumlanmış yerleşimlere aktarıyor. Yerleşimler, aksi takdirde Filistinliler tarafından kullanılacak doğal kaynaklardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanıyor. Bu durum, İsrail için gelişmiş bir tarım endüstrisine ve Filistin çiftçiliği ve tarımı içinse tam anlamıyla bir yıkıma yol açtı.”

Bir örnek olarak Eriha’nın hemen kuzeyindeki Filistin köyü el-Auja’yı anlatıyor: “İşgalden evvel el-Auja’daki doğal kaynak, Ürdün Vadisi’ndeki Filistinliler için ana su kaynaklarından biriydi. Şimdi ise kasabanın -bırakın ekinleri sulamayı- içmek için bile yeterli suyu yok.

Köy muhtarı Salah Fureycat mevcut durumu şu sözlerle aktarıyor: “1967’den sonra İsrailliler yerleşimleri için kuyu inşasına başladı. Şimdi el-Auja’nın su kaynağı kurumuş vaziyette ve bu da tarım arazilerinin yok olmasına yol açtı. İsrail, Filistinlilerin yeni kuyu inşasını yasaklıyor ve su için ne kadar derin kazacakları konusunda katı sınırlamalar getiriyor. Kaliteli su bulmak için yeterince derin kazmamıza izin verilmiyor. Yüzeye yakın sular ise tuzlu, ne tarım ne de içmek için kullanılabiliyor. İsrail, suya erişimini sıkı bir şekilde kontrol etmek için bölgeyi katı bir gözetim altında tutuyor. Ulusal su şirketi Mekorot’tan insanlar, su kuyularımızın derinliğini kontrol etmek için her ay geliyorlar, genellikle de askeri bir eskort eşliğinde…”

Yazar, bunun yerel çiftçilik üzerindeki yıkıcı etkisini anlatırken Jaser Atyat isimli bir çiftçinin sözlerini aktarıyor: ‘Durum o denli öngörülemez ki geçen sene tüm karpuz ve buğday mahsulümü kaybettim. Bölge temiz yeraltı suyu bakımından oldukça zengin, ancak İsrailliler Arapların suya erişmesine izin vermiyor. Bütün su İsrail yerleşimlerine gidiyor.’ Jaser, nesillerdir topraktan geçimlerini sağlamış insanların çoğunun arazilerini satıp gittiğini de sözlerine ekliyor.

Kitlesel işsizlik sorunu

Detaylı makalede, İsrail’in bu politikalarının işsizlik ve istihdam üzerindeki etkilerine de değiniliyor: “El-Auja’daki su krizine bir de arazi kullanımı, hareket serbestisi ve pazar erişimi kısıtlamaları eklendiğinde, normalde müreffeh olması gereken bu bölgede kitlesel işsizlik yaşanıyor. Birçok Filistinli iş noktasında umutsuz. Bu vahim durum, bir İsrailliye ödemeleri gerekenin çok altında bir ücretle tarlalarında çalıştırmak üzere çalışkan ve yetenekli Filistinli emeğinden faydalanabileceklerini bilen İsrailli yerleşimciler tarafından bir fırsat olarak görülüyor. Bu, işgal altındaki topraklarda çiftçiliğin iktisadi faydalarından biri. El-Auja Yerel Meclisi şaşırtıcı bir istatistik yayınlamış: Bölge nüfusunun yarıdan fazlası hayatta kalmak için yerleşimcilerin çiftliklerindeki işlerde çalışmaya muhtaç. İsrail hukuku yerleşimciler için çalışan Filistinlilere uygulanmıyor, bu da demek oluyor ki Ürdün Vadisi’ndeki yerleşimlerde işçi hakları ırka göre tanımlanıyor.”

Peki ya bütün bu yaşananlar karşısında Filistinliler ne yapıyor? Yazar durumu şöyle özetliyor: “Filistinlilerden şiddetten vazgeçmeleri isteniyor. Oysa İsrail askerleri Ürdün Vadisi’ndeki bir Filistinlinin evini yıktığında aile buna şiddete başvurarak tepki vermiyor. Çocuklarını bir araya getiriyor, eşyalarını topluyor ve işgalci ordunun evlerini buldozerle yerle bir etmesini izlemek için hazır bekliyor. Ordu ayrıldığında, molozları karıştırıyor ve kalanlarla hayatlarını yeniden kurma sürecine başlıyor. İşgalcinin savaş suçlarına, uluslararası bir mahkemede değil, kendilerini işgal eden ülkenin mahkemesinde meydan okuyor. Ve yargı sürecine ve şiddete başvurmamaya kararlı bir şekilde bağlılıklarına rağmen, refahlarının kaynağı toprağın -Ürdün Vadisi’nin- yakında ilhak edileceği söyleniyor.”

Bu yazı ilk kez 2 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Su vermezsek gitmek zorunda kalırlar

İsrail, Batı Şeria’nın önemli bir kısmını ilhak etmeye hazırlanıyor. O bölgede yaşayan insanlar neler yaşıyor? 5 kez evi yıkılan Filistinli köylüden İsrail yerleşimcilerin hedefindeki insan hakları savunucusu Hahama, Batı Şeria’dan insan manzaraları…

“Tam da oradaki boğulma ve mahpusluk hali nedeniyle Araplar Gazze’den taşınacaklar… Belki biz onlara yeterince su vermezsek başka şansları kalmaz, çünkü meyve bahçeleri sararıp çürüyecek.”

Bu sözleri, 1967 işgalinin mimarı İsrail Başbakanı Levi Eşkol bundan 43 yıl evvel bakanlar kurulunda dillendirmişti. O dönemde Gazze için söylemiş olsa da bu politika on yıllardır Batı Şeria’da bilfiil uygulanıyor. Özellikle de 1995 Oslo II Anlaşması uyarınca doğrudan İsrail kontrolüne bırakılan ve şimdilerde büyük bir kısmında ilhak hazırlıklarının yürütüldüğü -Yahudi yerleşimlerinin geniş kısmını, su ve yeraltı kaynaklarını, verimli tarım arazilerini ve stratejik bölgeleri içeren- Batı Şeria’nın %60’lık C Bölgesinde…

Buralarda yaşayan 300.000’i aşkın Filistinlinin seyahat serbestisi, okula ve hastaneye erişimleri oldukça kısıtlı; geçim kaynakları ve başta su olmak üzere en temel ihtiyaçları İsrail’in sıkı denetiminde; ev inşa etmeleri fiilen yasak, bürokratik kâbuslarla ve sık sık ev yıkımlarıyla karşılaşıyorlar; İsrail askerlerinin ve çevrelerindeki yerleşimcilerinin saldırılarına ve tacizlerine sürekli maruz kalıyorlar; keyfi tutuklamalar ve hiç bitmeyen yıldırma politikaları da cabası…

İsrail’in Batı Şeria’nın doğusu boyunca uzanan verimli ve stratejik önemi haiz Ürdün Vadisi’ni ilhak planı aylardır tartışılırken konunun pek de gündeme gelmeyen bir boyutunu, yani bu topraklarda yaşayan binlerce Filistinli için ilhakın ne anlama geldiğini foto muhabiri Adrian Guerin, Orient XXI web sitesi için kaleme aldı. 25 Haziran’da yayınlanan “Ürdün Vadisi: Etnik Temizlik ve Filistinli Çiftçilerin Tacizi” başlıklı yazıda günlük hayatta yaşananları Filistinlilerin dilinden anlatıyor.

Suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka dayalı olduğu bölge

Yazı, el-Hadidiye köyünden Ömer adlı bir Filistinlinin hikâyesiyle başlıyor. İsrailli askeri yetkililer sabahın 6’sında köye gelip ‘Eşyalarınızı toplayın ve evi boşaltın’ emri vermiş. Ev sahibi izin için başvuru yaptıklarını belirtse de askerler hiç umursamayıp ‘Bizimle konuşma, avukatına konuş’ demiş. Birkaç saat sonra hem Ömer’in yaşadığı aile evi hem de köyden diğer beş bina yıkılmış. Ömer, Adrian Guerin’e evinin 1982’den beri beşinci defa ordu tarafından yıkıldığını anlatmış.

Yazar Guerin durumu şöyle özetliyor: “Ev yıkımı, Ürdün Vadisi’nde Filistinlilerin hayatlarını dayanılmaz kılmak için İsrail’in kullandığı geniş taktikler repertuarından sadece biri. Burası dünyada suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka dayalı olduğu bir bölge. Zeytin ağaçları rutin olarak sökülüp atılıyor, buğday tarlaları yakılıyor ve su tankları tahrip ediliyor.”

Yazar, Ürdün Vadisi’nin kuzeyinde yer alan küçük bir kırsal yerleşim olan el-Hadidiye’yi şöyle anlatıyor:

“Bir İsrail askeri üssü birkaç kilometre kuzeydeki bir tepeden aşağıya doğru bakarken, 2 kilometre kuzeybatıdaki küçük bir Yahudi yerleşimi de el-Hadidiye’nin neredeyse tamamen işgalcilerle kuşatılmasını sağlıyor. Ordu, el-Hadidiye’nin kuzey, doğu ve güneyindeki geniş toprak parçalarını yaklaşılması yasak atış alanları olarak ilan etmiş. El-Hadidiyye’ye giden asfaltsız yol burada yaşayanlar ve yardım örgütleri tarafından tamir edilip düzeltildiğinde İsrail ordusu hemen gelip yolu tahrip etmiş. Burada yaşayan insanların bölgenin suyunu kontrol eden İsrailli şirketten su temin etmelerine izin verilmiyor. 2015’te bu topluluk bir hafta boyunca ordunun her gün gelip nezaret ettiği bir yıkım dalgasıyla karşılaşmış, ta ki aileler toz toprak üzerinde uyur hale gelene kadar.”

Guerin, İsrail ordusunun teftiş ve gözetim için son dönemde birkaç haftada bir el-Hadidiye’ye uğradığını belirterek sözü Ömer Beşarat’a veriyor:

‘Konuşmuyorlar, sadece fotoğraf çekip not alıyorlar. Bazen de sadece insansız hava aracı kullanıyorlar. Sonra da yıkım emriyle geri dönüyorlar. Emri bir taşla yere iliştirip gidiyorlar. Yüzümüze bile bakmıyorlar…’

Korku aşılamak için kullanılan kasıtlı bir strateji: Belirsizlik

Yazarın belirttiğine göre, yıkım emri geldikten sonra bölge sakinleri evlerinin yıkılacağını biliyor ama vakti hakkında hiçbir fikirleri olmuyor. Ömer diyor ki ‘Bir hafta, bir ay, hatta yıllar sonra yıkım emri uygulanabilir.’ Guerin’in de belirttiği üzere, belirsizlik Filistinlilere korku aşılamak için kasıtlı bir strateji. Ömer, ‘Maksat, sadece yıkmak değil, gözdağı vermek. Bu şekilde yaşamaktan bıkıp usanıp terk etmemizi umuyorlar’ diye sözlerine devam etmiş.

Yazar, Ömer’den sonra 70 yılı aşkın bir süredir el-Hadidiye ve civarında yaşayan Ebu Sakr’ın hikayesine ve mücadelesine geçiyor:

“Ebu Sakr, yıkımları durdurma çabasıyla İsrail Yüksek Mahkemesi’ne kadar gitti. Hâkim, hiçbir sabıka kaydı olmamasına rağmen, yakındaki İsrail yerleşimi için bir tehlike teşkil ettiği gerekçesiyle aleyhinde karar verdi. Ebu Sakr, ‘Ben Arap’ım. Onların nazarında potansiyel bir teröristim.’ diyor. Ayrıca kendisine bir ‘göçebe bedevi’ olarak herhangi bir yere yerleşebileceği de söylenmiş. Abu Sakr diyor ki, ‘Filistinlilerin inşaat ruhsatı almaları neredeyse imkânsız; dolayısıyla nereye gidersek gidelim evimizi yıkacaklar. Bizim bu bölgeden gitmemizi istiyorlar’.”

Yazar, hayvancılıkla geçinmeye çalışanların durumunu da anlatıyor. Guerin’e göre, İsrail Ürdün Vadisi’nde giderek yayıldıkça Filistinli çobanların sürülerini otlatabileceği topraklar da azalıyor. Çobanlar ne kadar sakınırlarsa sakınsınlar ya İsrail ordusu tarafından gözaltına alınıyorlar ya da hemen her gün yerleşimcilerin sözlü tacizlerinden fiziksel saldırılarına, vandallıklarından kundaklamalarına kadar türlü türlü tacizlerine ve yıldırmalarına maruz kalıyorlar.

Cezasız kalan şiddet eylemleri

Fotomuhabir bundan sonra sözü, her hafta Ürdün Vadisi’ndeki İsrailli yerleşimciler tarafından tehdit edilen Filistinlilerle birlikte çalışan Adaletin Tevrat’ı adlı bir İsrail insan hakları örgütünün kurucusu Haham Arik Ascherman’a getiriyor. Ascherman ise durumu şöyle özetlemiş: ‘Yerleşimciler, mali açıdan hayatta kalmalarını imkânsız kılacak şekilde Filistinlileri yeterince taciz ederseniz, tek bir kurşun dahi atmadan onları terk ettirirsiniz düşüncesindeler.’

Yazar, yerleşimcilerin şiddet eylemlerinin neredeyse tamamen cezasız kaldığını belirtiyor ve Filistinlilere karşı yerleşimci şiddetini izleyen bir İsrail STK’sı olan Yeş Din’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir raporunda, yerleşimci şiddeti vakalarının %91’inin dava açılmadan kapatıldığı verisini aktarıyor.

Bu konuda Haham Ascherman yazara şunu anlatmış: ‘Eğer ki bir Filistinli çoban ile bir İsrailli yerleşimci yüz yüze gelirse, yerleşimci onu düpedüz öldürebilir ve saldırıya uğradığı için başka seçeneği kalmadığını söyler. Bu durumda hiç kimse Filistinlinin söylediklerinin tek kelimesine bile itibar etmez.’ Ascherman’ın kendisi de Filistinliler sürülerini otlatırken koruma maksadıyla onlara eşlik ettiği için yerleşimciler tarafından tekmelenmiş, sopayla dövülmüş ve bıçaklanmış; ordu tarafından gözaltına alınmış ve evine tehdit mektupları bırakılmış.

İsrail kendi tarımını geliştirmek için Filistin’i susuz bırakıyor

Yazar Guerin, konuyu iktisadi potansiyelin kullanımına ve Filistinliler için son derece hayati bir mesele olan suya getiriyor: “İsrail, Ürdün Vadisi üzerindeki iddiasını büyük ölçüde bölgenin stratejik önemine dayandırsa da, bölgenin ekilebilir arazisinin geniş iktisadi potansiyelinin boşa gitmemesi noktasında oldukça dikkatli. On yıllardır sivil nüfusunu bölgedeki stratejik olarak konumlanmış yerleşimlere aktarıyor. Yerleşimler, aksi takdirde Filistinliler tarafından kullanılacak doğal kaynaklardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanıyor. Bu durum, İsrail için gelişmiş bir tarım endüstrisine ve Filistin çiftçiliği ve tarımı içinse tam anlamıyla bir yıkıma yol açtı.”

Bir örnek olarak Eriha’nın hemen kuzeyindeki Filistin köyü el-Auja’yı anlatıyor: “İşgalden evvel el-Auja’daki doğal kaynak, Ürdün Vadisi’ndeki Filistinliler için ana su kaynaklarından biriydi. Şimdi ise kasabanın -bırakın ekinleri sulamayı- içmek için bile yeterli suyu yok.

Köy muhtarı Salah Fureycat mevcut durumu şu sözlerle aktarıyor: “1967’den sonra İsrailliler yerleşimleri için kuyu inşasına başladı. Şimdi el-Auja’nın su kaynağı kurumuş vaziyette ve bu da tarım arazilerinin yok olmasına yol açtı. İsrail, Filistinlilerin yeni kuyu inşasını yasaklıyor ve su için ne kadar derin kazacakları konusunda katı sınırlamalar getiriyor. Kaliteli su bulmak için yeterince derin kazmamıza izin verilmiyor. Yüzeye yakın sular ise tuzlu, ne tarım ne de içmek için kullanılabiliyor. İsrail, suya erişimini sıkı bir şekilde kontrol etmek için bölgeyi katı bir gözetim altında tutuyor. Ulusal su şirketi Mekorot’tan insanlar, su kuyularımızın derinliğini kontrol etmek için her ay geliyorlar, genellikle de askeri bir eskort eşliğinde…”

Yazar, bunun yerel çiftçilik üzerindeki yıkıcı etkisini anlatırken Jaser Atyat isimli bir çiftçinin sözlerini aktarıyor: ‘Durum o denli öngörülemez ki geçen sene tüm karpuz ve buğday mahsulümü kaybettim. Bölge temiz yeraltı suyu bakımından oldukça zengin, ancak İsrailliler Arapların suya erişmesine izin vermiyor. Bütün su İsrail yerleşimlerine gidiyor.’ Jaser, nesillerdir topraktan geçimlerini sağlamış insanların çoğunun arazilerini satıp gittiğini de sözlerine ekliyor.

Kitlesel işsizlik sorunu

Detaylı makalede, İsrail’in bu politikalarının işsizlik ve istihdam üzerindeki etkilerine de değiniliyor: “El-Auja’daki su krizine bir de arazi kullanımı, hareket serbestisi ve pazar erişimi kısıtlamaları eklendiğinde, normalde müreffeh olması gereken bu bölgede kitlesel işsizlik yaşanıyor. Birçok Filistinli iş noktasında umutsuz. Bu vahim durum, bir İsrailliye ödemeleri gerekenin çok altında bir ücretle tarlalarında çalıştırmak üzere çalışkan ve yetenekli Filistinli emeğinden faydalanabileceklerini bilen İsrailli yerleşimciler tarafından bir fırsat olarak görülüyor. Bu, işgal altındaki topraklarda çiftçiliğin iktisadi faydalarından biri. El-Auja Yerel Meclisi şaşırtıcı bir istatistik yayınlamış: Bölge nüfusunun yarıdan fazlası hayatta kalmak için yerleşimcilerin çiftliklerindeki işlerde çalışmaya muhtaç. İsrail hukuku yerleşimciler için çalışan Filistinlilere uygulanmıyor, bu da demek oluyor ki Ürdün Vadisi’ndeki yerleşimlerde işçi hakları ırka göre tanımlanıyor.”

Peki ya bütün bu yaşananlar karşısında Filistinliler ne yapıyor? Yazar durumu şöyle özetliyor: “Filistinlilerden şiddetten vazgeçmeleri isteniyor. Oysa İsrail askerleri Ürdün Vadisi’ndeki bir Filistinlinin evini yıktığında aile buna şiddete başvurarak tepki vermiyor. Çocuklarını bir araya getiriyor, eşyalarını topluyor ve işgalci ordunun evlerini buldozerle yerle bir etmesini izlemek için hazır bekliyor. Ordu ayrıldığında, molozları karıştırıyor ve kalanlarla hayatlarını yeniden kurma sürecine başlıyor. İşgalcinin savaş suçlarına, uluslararası bir mahkemede değil, kendilerini işgal eden ülkenin mahkemesinde meydan okuyor. Ve yargı sürecine ve şiddete başvurmamaya kararlı bir şekilde bağlılıklarına rağmen, refahlarının kaynağı toprağın -Ürdün Vadisi’nin- yakında ilhak edileceği söyleniyor.”

Bu yazı ilk kez 2 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x