Sosyal mesafeye uygun şehirler için yeni fikirler

Dünyanın dört bir yanında şehir planlamacıları sosyal mesafeye uygun kentler için harekete geçti. Kaldırımların genişletilmesi gibi önlemlerin yanı sıra ‘kimseyle karşılaşmayacağınız parklar’, ‘güvenli yemek bölgeleri’ gibi alışılmadık fikirler de gündemde.

COVID-19 ile mücadele için alınan sosyal mesafelendirme önlemleri yaşadığımız kentleri de değiştirmeye başladı. Üstelik, şehircilik uzmanlarına önlemlerin etkisi kalıcı olacak. Bastığımız kaldırımlar, gezindiğimiz parklar, ayaküstü bir şeyler atıştırdığız mekânlar sosyal mesafe kurallarına göre yeniden şekillenecek.

CNN.com yazarı Oscar Holland, uzman görüşlerine başvurarak pandemi sonrası kentlerdeki olası tasarım ve kullanım değişikliklerinin izini sürdü. Yazının bir bölümünü aktarıyoruz:

“Şehirlerin insanların sokakta rahatça yürüyebileceği, temiz ve motorlu araçlardan arındırılmış hale getirilmesi gerektiğini yıllardır savunanlar, fikirlerini sınamak için son birkaç ayda eşi benzeri görülmemiş bir fırsat yakaladılar. COVID-19 karantina önlemleri yolların ve toplu taşıma sistemlerinin kullanımını büyük ölçüde azaltırken, Liverpool’dan Lima’ya kadar çok sayıda kentin yetkilileri, sokakları motorlu taşıtlara kapatıp bisikletlere açıyor ve kent sakinlerinin küresel sağlık otoriteleri tarafından önerilen 2 metre mesafeyi korumalarına yardımcı olmak için kaldırımları genişletiyorlar. Denizanaları Venedik kanallarına, flamingolar Mumbai’ye dönerken, yayalar ve bisiklet sürenler daha önce cesaret edemedikleri yollara çıkıyorlar.”

Sokaklar geri kazanılıyor

Oscar Holland, kentlerde motorlu araç trafiğini azaltacak çözümlerin arttığını ancak alışkanlıkları değiştirmenin kolay olmayacağı görüşünü savunuyor:

“Bir salgın sırasında “sokakları geri kazanmanın” birçok faydası vardır. Bisiklete binmeyi teşvik etmek, insanların birbirlerinden uzaklaşmak için mücadele vereceği otobüs ve metrolardaki kalabalığı azaltabilir. Motorlu araçlara kapalı yollar da parklara yakın yerlerde oturmayanlara sokakta güvenle egzersiz yapma imkanı sunar.

İtalya’nın Milano kenti, 35 kilometrelik yeni bisiklet yolları inşa etmeyi ve sokağa çıkma kısıtlamaları sona erdiğinde kaldırımları kalıcı olarak genişletmeyi planlıyor. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de yetkililer, önlemlerin “olumlu olduğu” kanıtlanırsa yeni bisiklet yollarının kalıcı hale gelebileceğini açıkladı. ABD’nin Rhode Island eyaletindeki Providence kenti yetkilileri ise kaldırılan yaya geçitlerindeki trafik lambalarındaki düğmelerin yerine takılmayacağını açıkladı.

Ancak bu kadar kararlı şehirlerin sayısı az. Ayrıca, özellikle ABD gibi arabalara bağımlı ülkelerde, sonra yaya ve bisiklet dostu sokakları savunmak kolay olmayacak.

Aslında pandemi döneminde alınan önlemlere bağlı kalması muhtemel şehirler zaten kendilerini değişmeye adanmış olanlar… Örneğin Paris’te, Fransa’da sokağa çıkma kısıtlamalarının sona erdiği 11 Mayıs’tan sonra “Koronapist” olarak anılan 650 kilometreden fazla bisiklet yolu açılacak. Paris Belediye Başkanı Başkan Anne Hidalgo, kentte otomobil hakimiyetine geri dönüşün söz konusu olmadığını açıkladı. Ama başkan zaten bisiklet kullanan büyük bir kitle tarafından destekleniyor.

Başka bir deyişle, pandemi sadece bir katalizör görevi görmüş olabilir. Ancak kentsel planlama, değişimin bölük pörçük ve geçmiş kararların mirasının üstesinden gelmenin uzun sürdüğü uzun bir yoldur. Kamusal alanlar ve ortak mekânlar her zaman isteğe göre genişletilemez veya yeniden yapılandırılamaz.”

Mesafe Parkı, güvenli yemek alanları, kendini dezenfekte eden asansörler

Peki, önümüzdeki yıllarda baktığımızda salgınlar şehirlerimizi nasıl şekillendirebilir? Holland’ın bu soruyu yönelttiği şehircilik uzmanları, her büyük salgına olduğu gibi kentsel yapı, düzen ve davranışların değişmesi gerekeceğini söylüyor:

“Avusturya tasarım stüdyosu Precht, Parc de la Distance (Mesafe Parkı) adını verdiği, üç metrelik çitlerin labirent benzeri bir patika ağı oluşturduğu kamuya açık park konsepti geliştirdi. Parkın planı, patikanın dolu olup olmadığını gösteren kapılar sayesinde, sosyal mesafeyi koruyup 20 dakikalık yürüyüş yapmaya olanak sağlıyor.

Çekya merkezli Hua Hua Mimarlık’ın, yoldan geçenleri açık havada yemek yiyenlerden uzak tutmak amacıyla tasarladığı “Güvenli Yemek Bölgeleri”. Credit: miss3/Hua Hua Architects

Bu arada Çekya merkezli Hua Hua Mimarlık, yoldan geçenleri açık havada yemek yiyenlerden uzak tutmak amacıyla, zemine parlak renkli boyayla geometrik işaretler konulmasını ve böylece “Güvenli Yemek Bölgeleri” oluşturulmasını önerdi. Tasarımcı Antonio Lanzillo, COVID-19’dan en çok etkilenen kentlerden biri olan Milano sokakları için oturanları “pleksiglas kalkanlar” ile ayıran banklar tasarladı.

İtalyan tasarımcı Antonio Lanzillo’nun Milano sokakları için tasarladığı “pleksiglas kalkanlar” ile ayrılan banklar. Credit: Antonio Lanzillo & Partners

Diğer fikirler arasında “kendi kendini dezenfekte eden akıllı asansörler” de var “el yerine dirsekle kolayca basılabilen kapı kolları” da… Hangilerinin hayata geçeceğini, eğer geçebilirlerse, şimdiden bilmek mümkün değil. Ancak her fikir, sosyal mesafe uygulamaları ve paylaşılan yüzeylerde duyulan rahatsızlığın mevcut krizden çok sonra devam edebileceğini düşündürüyor.

Yakında yayınlanacak olan “Sağlık Topografyası” adlı kitabında kolera ve verem salgınlarının kentleri nasıl değiştirdiğini anlatan Northeastern Üniversitesi’nden Sara Jensen Carr’a göre 2 metrelik sosyal mesafe kuralı, yakında kamuya açık alanlar ve mekânların plan ve yerleşimini yeniden belirleyecek.(…) Jensen, “Yani şehir ve parklar hakkında düşündüğümüzde kullandığımız yeni birim 2 metre olabilir” diyor.

Mesafeyi koruyup kaynaşmak mümkün mü?

Holland’ın konuştuğu uzmanlara göre, COVID-19, şehir plancılarının kentsel alan ve mekân tasarlarken önceliklerini değiştirmeye zorlayacak.

“İnsanları birbirinden uzak tutma fikri, planlamacıların geleneksel olarak insan etkileşimlerine verdiği önem ile çelişiyor. Parklar veya sosyal konutlar tasarlayan mimarlar, bunların insanlar arasında iş birliği, katılım ve cemaatleşmenin filiz verdiği buluşma noktaları olması gerektiğini düşünüyor.

COVID-19’un kamusal alan üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin ilk akademik çalışmalardan birini yapan British Columbia Üniversitesi’nden Jordi Honey-Rosés, “Bu çelişki çok ilginç. Aslında, yeşil alanların sağlık yararları hakkındaki literatüre bakarsanız, birincil yararlarından biri sosyal bağlantıdır. İnsanlar komşularını görür ve bir topluluğun parçası olurlar. Planlamacılar insanların oyalandığı ve civarında kaldığı ‘yapışkan caddeler’ yaratmaktan bahseder. (…) Şimdi asıl soru bu çabalar devam edecek mi ya da nasıl değiştirilmeleri gerekecek? Hem sosyal mesafeyi koruyup hem de insanların kaynaşmasını sağlayabilir miyiz?”

Yeşil alanları nasıl kullanacağız?

CNN’de yayınlanan yazıda pandemi sonrası kentsel yeşil alanların nasıl düzenleneceği sorusuna da yanıt aranıyor.

“Honey-Rosés’e göre kent planlamacıların en çok karşılaşacağı soru pandemi sonrası karşılaşacağı soruların çoğu, “toplumun genel olarak daha çok değer vereceği ve takdir edeceği” yeşil alanları nasıl yönetileceğine ilişkin olacak. Daha yeşil şehirler, kanıtlanmış fiziki ve psikolojik faydalarına ek olarak, ileride ortaya çıkabilecek pandemilere karşı daha esnek ve dayanıklı olabilir. Yakınlarda yayınlanan bir Harvard Üniversitesi araştırmasına göre, hava kirliliği ile ABD’de COVID-19’dan ölme olasılığı arasında olası bir korelasyon bulunuyor. İtalyan bilim insanları ise virüsü havadaki kirletici parçacıklar üzerinde tespit ettiler. Şimdi bu partiküllerin salgının yayılmasını yardım edip etmediğini araştırıyorlar.

Avusturya tasarım stüdyosu Precht’in Parc de la Distance (Mesafe Parkı) tasarımı.

Her iki araştırma da kesin sonuçlara ulaşmıyor. Ancak, Honey-Rosés’e göre, kirlilik ve virüs arasında kesin bir bağlantı ortaya çıkarsa, yeşil şehir planlaması açısından kartlar yeniden karılabilir: “O zaman şehirler ve caddelerimizi sadece sosyal ve fiziksel mesafeye ihtiyacımız olduğu için değil, hayatta kalma olasılığımızı arttırmak için yeniden tasarlayacağız.”

Kentten kaçış hızlanabilir

Holland’ın yazısında kentlerdeki aşırı yoğun nüfusun şehir planlarında değişikliği beraberinde getirebileceği de belirtiliyor.

“En büyük sorular nüfus yoğunluğu çevresinde dönüyor. Salgın hastalıkların yoğun şehir merkezlerinde daha kolay yayıldığına dair korkular, insanların şehirlerde yaşamaya yönelik tutumları üzerinde çoktan etki yaratmış olabilir.

Harris Poll tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların yaklaşık üçte birinin COVID-19 sonrası nüfusu daha az yerlere taşınmayı düşündüğünü gösterdi. Nisan sonunda yapılan anket, 18-35 yaş arası kesimin taşınmayı daha çok düşündüğünü ortaya çıkardı. Harris CEO’su John Gerzema, “Alan artık metrekareden daha fazlasını ifade ediyor. Zaten yüksek kiralar ve tıkalı caddelerce kuşatılmışken salgın, artık şehirlileri sosyal mesafeyi bir yaşam tarzı olarak görmeye zorluyor” diyor.

Merkez nüfusunu azaltmak için şehirlerin dışa doğru yayılması yönünde uzun vadeli bir hamleye girişilecek mi? Sara Jensen Carr’a göre, otomobil sahipliği oranın yüksek, dolayısıyla banliyöde yaşamanın daha az zahmetli olduğu ABD’de şehir merkezinde yaşama karşı tepkiler daha güçlü olabilir. Carr, “ABD, her zaman yoğunluktan korkan bir ülke olmuştur” diyor. Ancak Carr, diğer uzmanlar gibi, şehirlerden olası bir geri çekilmenin bedeli olacağını düşünüyor. Sonuçta, yoğunluk toplu taşıma sistemlerini rantabl kılar, hastaneler dahil kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırırken yeniliği ve yaratıcılığı teşvik eder. Carr, “Tasarımcılar ve kentsel planlamacılar olarak yoğunluktan faydalanırken bir kere daha düşünmeliyiz” diye de ekliyor. “Çünkü şimdi, herhangi bir yerde yeni bir konut inşa etmeye çalışıldığında, muhtemelen insanların aklına gelecek ilk soru bu olacak.”

Ancak, nüfus yoğunluğunu ile COVID-19’un yayılması arasında bağlantı olduğuna ilişkin açık bir kanıt henüz yok. 2003’te SARS salgınını yaşayan Hong Kong’un nüfusu bugün daha yoğun. Bazı mahallelerde kilometrekare başına 60 binden fazla insan düşüyor. Ama Hong Kong COVID-19’u kontrol altına almakta Avrupa ve ABD’deki daha büyük şehirlerden daha başarılı oldu. Public Square dergisinin editörü Robert Steuteville, ABD’den gelen (örneğin, nispeten seyrek nüfuslu New Orleans’taki virüsün daha hızlı yayılması gibi) verilerin “yoğunluk tehlikelidir” söylemini çürüttüğünü söylüyor.

COVID-19’un yayılmasında toplu taşıma kullanımının önemli bir faktör olup olmadığı da hâlâ araştırılıyor. Burada da bulgular kesin olmaktan uzak olmakla birlikte kuşkulardan ötürü otobüs ve metroların kullanımı azalabilir. Honey-Rosés, bunun yerine “mikromobiliteye”, yani scooter ve elektrikli bisiklet gibi araçlara talebin artacağını düşünüyor. Bununla birlikte, paylaşımlı bisiklet uygulamalarına talep azalabilir: “Paylaşım modelinde ek hijyen ve temizlik maliyeti çok zorlayıcı olacak.”

Mavi gökyüzü düşü

Holland’a göre salgınların, mimari ve tasarım üzerinde radikal ve beklenmedik etkileri olabilir.

“Belki de otomatik kapıların yaygın olarak benimseneceğini göreceğiz. Belki de son aylarda popülaritesi artan şehir tarımı, boşalan süpermarket raflarıyla ortaya çıkan gıda güvenliği riskine karşı rahatlama sağlayacak. Ya da belki de kanalizasyon izleme sistemlerinin kurulması hangi hastalığın kimler arasında yayıldığını çabucak fark etmemizi sağlayacak.

Daha tuhaf fikirler de var… İtalyan tasarımcı Umberto Menasci, plaja gidenlerini çevredekilerden uzak durarak dinlenmelerini sağlayacak bir dizi pleksiglas kutu tasarladı. Bu yılki eVolo gökdelen tasarım yarışmasını, Çinli tasarımcılarının gelecekteki bir salgında hızlı bir şekilde inşa edilebileceğini iddia ettiği “Salgın Babil Kulesi” adı verilen prefabrik acil sağlık kulesi konsepti kazandı.

Bu yılki gökdelen tasarım yarışmasını kazanan Çinli tasarımcıların çalışması, “Salgın Babil Kulesi” adı verilen prefabrik acil sağlık kulesi konsepti. Credit: Gavin Shen/Weiyuan Xu/Xinhao Yuan

Honey-Rosés, bu tür önerilerin hayata geçip geçmeyeceği bilmiyor ama bu krizin şehir tasarımı yönetimini değiştireceği konusunda iyimser. (…) Pandeminin kamusal alanı yeniden düşünmek için şehir liderlerinin cesur olma zamanının geldiğini düşünüyor: “Daha önce mümkün olmayan şeyler şimdi mümkün.”

Bu yazı ilk kez 14 Mayıs 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sosyal mesafeye uygun şehirler için yeni fikirler

Dünyanın dört bir yanında şehir planlamacıları sosyal mesafeye uygun kentler için harekete geçti. Kaldırımların genişletilmesi gibi önlemlerin yanı sıra ‘kimseyle karşılaşmayacağınız parklar’, ‘güvenli yemek bölgeleri’ gibi alışılmadık fikirler de gündemde.

COVID-19 ile mücadele için alınan sosyal mesafelendirme önlemleri yaşadığımız kentleri de değiştirmeye başladı. Üstelik, şehircilik uzmanlarına önlemlerin etkisi kalıcı olacak. Bastığımız kaldırımlar, gezindiğimiz parklar, ayaküstü bir şeyler atıştırdığız mekânlar sosyal mesafe kurallarına göre yeniden şekillenecek.

CNN.com yazarı Oscar Holland, uzman görüşlerine başvurarak pandemi sonrası kentlerdeki olası tasarım ve kullanım değişikliklerinin izini sürdü. Yazının bir bölümünü aktarıyoruz:

“Şehirlerin insanların sokakta rahatça yürüyebileceği, temiz ve motorlu araçlardan arındırılmış hale getirilmesi gerektiğini yıllardır savunanlar, fikirlerini sınamak için son birkaç ayda eşi benzeri görülmemiş bir fırsat yakaladılar. COVID-19 karantina önlemleri yolların ve toplu taşıma sistemlerinin kullanımını büyük ölçüde azaltırken, Liverpool’dan Lima’ya kadar çok sayıda kentin yetkilileri, sokakları motorlu taşıtlara kapatıp bisikletlere açıyor ve kent sakinlerinin küresel sağlık otoriteleri tarafından önerilen 2 metre mesafeyi korumalarına yardımcı olmak için kaldırımları genişletiyorlar. Denizanaları Venedik kanallarına, flamingolar Mumbai’ye dönerken, yayalar ve bisiklet sürenler daha önce cesaret edemedikleri yollara çıkıyorlar.”

Sokaklar geri kazanılıyor

Oscar Holland, kentlerde motorlu araç trafiğini azaltacak çözümlerin arttığını ancak alışkanlıkları değiştirmenin kolay olmayacağı görüşünü savunuyor:

“Bir salgın sırasında “sokakları geri kazanmanın” birçok faydası vardır. Bisiklete binmeyi teşvik etmek, insanların birbirlerinden uzaklaşmak için mücadele vereceği otobüs ve metrolardaki kalabalığı azaltabilir. Motorlu araçlara kapalı yollar da parklara yakın yerlerde oturmayanlara sokakta güvenle egzersiz yapma imkanı sunar.

İtalya’nın Milano kenti, 35 kilometrelik yeni bisiklet yolları inşa etmeyi ve sokağa çıkma kısıtlamaları sona erdiğinde kaldırımları kalıcı olarak genişletmeyi planlıyor. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de yetkililer, önlemlerin “olumlu olduğu” kanıtlanırsa yeni bisiklet yollarının kalıcı hale gelebileceğini açıkladı. ABD’nin Rhode Island eyaletindeki Providence kenti yetkilileri ise kaldırılan yaya geçitlerindeki trafik lambalarındaki düğmelerin yerine takılmayacağını açıkladı.

Ancak bu kadar kararlı şehirlerin sayısı az. Ayrıca, özellikle ABD gibi arabalara bağımlı ülkelerde, sonra yaya ve bisiklet dostu sokakları savunmak kolay olmayacak.

Aslında pandemi döneminde alınan önlemlere bağlı kalması muhtemel şehirler zaten kendilerini değişmeye adanmış olanlar… Örneğin Paris’te, Fransa’da sokağa çıkma kısıtlamalarının sona erdiği 11 Mayıs’tan sonra “Koronapist” olarak anılan 650 kilometreden fazla bisiklet yolu açılacak. Paris Belediye Başkanı Başkan Anne Hidalgo, kentte otomobil hakimiyetine geri dönüşün söz konusu olmadığını açıkladı. Ama başkan zaten bisiklet kullanan büyük bir kitle tarafından destekleniyor.

Başka bir deyişle, pandemi sadece bir katalizör görevi görmüş olabilir. Ancak kentsel planlama, değişimin bölük pörçük ve geçmiş kararların mirasının üstesinden gelmenin uzun sürdüğü uzun bir yoldur. Kamusal alanlar ve ortak mekânlar her zaman isteğe göre genişletilemez veya yeniden yapılandırılamaz.”

Mesafe Parkı, güvenli yemek alanları, kendini dezenfekte eden asansörler

Peki, önümüzdeki yıllarda baktığımızda salgınlar şehirlerimizi nasıl şekillendirebilir? Holland’ın bu soruyu yönelttiği şehircilik uzmanları, her büyük salgına olduğu gibi kentsel yapı, düzen ve davranışların değişmesi gerekeceğini söylüyor:

“Avusturya tasarım stüdyosu Precht, Parc de la Distance (Mesafe Parkı) adını verdiği, üç metrelik çitlerin labirent benzeri bir patika ağı oluşturduğu kamuya açık park konsepti geliştirdi. Parkın planı, patikanın dolu olup olmadığını gösteren kapılar sayesinde, sosyal mesafeyi koruyup 20 dakikalık yürüyüş yapmaya olanak sağlıyor.

Çekya merkezli Hua Hua Mimarlık’ın, yoldan geçenleri açık havada yemek yiyenlerden uzak tutmak amacıyla tasarladığı “Güvenli Yemek Bölgeleri”. Credit: miss3/Hua Hua Architects

Bu arada Çekya merkezli Hua Hua Mimarlık, yoldan geçenleri açık havada yemek yiyenlerden uzak tutmak amacıyla, zemine parlak renkli boyayla geometrik işaretler konulmasını ve böylece “Güvenli Yemek Bölgeleri” oluşturulmasını önerdi. Tasarımcı Antonio Lanzillo, COVID-19’dan en çok etkilenen kentlerden biri olan Milano sokakları için oturanları “pleksiglas kalkanlar” ile ayıran banklar tasarladı.

İtalyan tasarımcı Antonio Lanzillo’nun Milano sokakları için tasarladığı “pleksiglas kalkanlar” ile ayrılan banklar. Credit: Antonio Lanzillo & Partners

Diğer fikirler arasında “kendi kendini dezenfekte eden akıllı asansörler” de var “el yerine dirsekle kolayca basılabilen kapı kolları” da… Hangilerinin hayata geçeceğini, eğer geçebilirlerse, şimdiden bilmek mümkün değil. Ancak her fikir, sosyal mesafe uygulamaları ve paylaşılan yüzeylerde duyulan rahatsızlığın mevcut krizden çok sonra devam edebileceğini düşündürüyor.

Yakında yayınlanacak olan “Sağlık Topografyası” adlı kitabında kolera ve verem salgınlarının kentleri nasıl değiştirdiğini anlatan Northeastern Üniversitesi’nden Sara Jensen Carr’a göre 2 metrelik sosyal mesafe kuralı, yakında kamuya açık alanlar ve mekânların plan ve yerleşimini yeniden belirleyecek.(…) Jensen, “Yani şehir ve parklar hakkında düşündüğümüzde kullandığımız yeni birim 2 metre olabilir” diyor.

Mesafeyi koruyup kaynaşmak mümkün mü?

Holland’ın konuştuğu uzmanlara göre, COVID-19, şehir plancılarının kentsel alan ve mekân tasarlarken önceliklerini değiştirmeye zorlayacak.

“İnsanları birbirinden uzak tutma fikri, planlamacıların geleneksel olarak insan etkileşimlerine verdiği önem ile çelişiyor. Parklar veya sosyal konutlar tasarlayan mimarlar, bunların insanlar arasında iş birliği, katılım ve cemaatleşmenin filiz verdiği buluşma noktaları olması gerektiğini düşünüyor.

COVID-19’un kamusal alan üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin ilk akademik çalışmalardan birini yapan British Columbia Üniversitesi’nden Jordi Honey-Rosés, “Bu çelişki çok ilginç. Aslında, yeşil alanların sağlık yararları hakkındaki literatüre bakarsanız, birincil yararlarından biri sosyal bağlantıdır. İnsanlar komşularını görür ve bir topluluğun parçası olurlar. Planlamacılar insanların oyalandığı ve civarında kaldığı ‘yapışkan caddeler’ yaratmaktan bahseder. (…) Şimdi asıl soru bu çabalar devam edecek mi ya da nasıl değiştirilmeleri gerekecek? Hem sosyal mesafeyi koruyup hem de insanların kaynaşmasını sağlayabilir miyiz?”

Yeşil alanları nasıl kullanacağız?

CNN’de yayınlanan yazıda pandemi sonrası kentsel yeşil alanların nasıl düzenleneceği sorusuna da yanıt aranıyor.

“Honey-Rosés’e göre kent planlamacıların en çok karşılaşacağı soru pandemi sonrası karşılaşacağı soruların çoğu, “toplumun genel olarak daha çok değer vereceği ve takdir edeceği” yeşil alanları nasıl yönetileceğine ilişkin olacak. Daha yeşil şehirler, kanıtlanmış fiziki ve psikolojik faydalarına ek olarak, ileride ortaya çıkabilecek pandemilere karşı daha esnek ve dayanıklı olabilir. Yakınlarda yayınlanan bir Harvard Üniversitesi araştırmasına göre, hava kirliliği ile ABD’de COVID-19’dan ölme olasılığı arasında olası bir korelasyon bulunuyor. İtalyan bilim insanları ise virüsü havadaki kirletici parçacıklar üzerinde tespit ettiler. Şimdi bu partiküllerin salgının yayılmasını yardım edip etmediğini araştırıyorlar.

Avusturya tasarım stüdyosu Precht’in Parc de la Distance (Mesafe Parkı) tasarımı.

Her iki araştırma da kesin sonuçlara ulaşmıyor. Ancak, Honey-Rosés’e göre, kirlilik ve virüs arasında kesin bir bağlantı ortaya çıkarsa, yeşil şehir planlaması açısından kartlar yeniden karılabilir: “O zaman şehirler ve caddelerimizi sadece sosyal ve fiziksel mesafeye ihtiyacımız olduğu için değil, hayatta kalma olasılığımızı arttırmak için yeniden tasarlayacağız.”

Kentten kaçış hızlanabilir

Holland’ın yazısında kentlerdeki aşırı yoğun nüfusun şehir planlarında değişikliği beraberinde getirebileceği de belirtiliyor.

“En büyük sorular nüfus yoğunluğu çevresinde dönüyor. Salgın hastalıkların yoğun şehir merkezlerinde daha kolay yayıldığına dair korkular, insanların şehirlerde yaşamaya yönelik tutumları üzerinde çoktan etki yaratmış olabilir.

Harris Poll tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların yaklaşık üçte birinin COVID-19 sonrası nüfusu daha az yerlere taşınmayı düşündüğünü gösterdi. Nisan sonunda yapılan anket, 18-35 yaş arası kesimin taşınmayı daha çok düşündüğünü ortaya çıkardı. Harris CEO’su John Gerzema, “Alan artık metrekareden daha fazlasını ifade ediyor. Zaten yüksek kiralar ve tıkalı caddelerce kuşatılmışken salgın, artık şehirlileri sosyal mesafeyi bir yaşam tarzı olarak görmeye zorluyor” diyor.

Merkez nüfusunu azaltmak için şehirlerin dışa doğru yayılması yönünde uzun vadeli bir hamleye girişilecek mi? Sara Jensen Carr’a göre, otomobil sahipliği oranın yüksek, dolayısıyla banliyöde yaşamanın daha az zahmetli olduğu ABD’de şehir merkezinde yaşama karşı tepkiler daha güçlü olabilir. Carr, “ABD, her zaman yoğunluktan korkan bir ülke olmuştur” diyor. Ancak Carr, diğer uzmanlar gibi, şehirlerden olası bir geri çekilmenin bedeli olacağını düşünüyor. Sonuçta, yoğunluk toplu taşıma sistemlerini rantabl kılar, hastaneler dahil kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırırken yeniliği ve yaratıcılığı teşvik eder. Carr, “Tasarımcılar ve kentsel planlamacılar olarak yoğunluktan faydalanırken bir kere daha düşünmeliyiz” diye de ekliyor. “Çünkü şimdi, herhangi bir yerde yeni bir konut inşa etmeye çalışıldığında, muhtemelen insanların aklına gelecek ilk soru bu olacak.”

Ancak, nüfus yoğunluğunu ile COVID-19’un yayılması arasında bağlantı olduğuna ilişkin açık bir kanıt henüz yok. 2003’te SARS salgınını yaşayan Hong Kong’un nüfusu bugün daha yoğun. Bazı mahallelerde kilometrekare başına 60 binden fazla insan düşüyor. Ama Hong Kong COVID-19’u kontrol altına almakta Avrupa ve ABD’deki daha büyük şehirlerden daha başarılı oldu. Public Square dergisinin editörü Robert Steuteville, ABD’den gelen (örneğin, nispeten seyrek nüfuslu New Orleans’taki virüsün daha hızlı yayılması gibi) verilerin “yoğunluk tehlikelidir” söylemini çürüttüğünü söylüyor.

COVID-19’un yayılmasında toplu taşıma kullanımının önemli bir faktör olup olmadığı da hâlâ araştırılıyor. Burada da bulgular kesin olmaktan uzak olmakla birlikte kuşkulardan ötürü otobüs ve metroların kullanımı azalabilir. Honey-Rosés, bunun yerine “mikromobiliteye”, yani scooter ve elektrikli bisiklet gibi araçlara talebin artacağını düşünüyor. Bununla birlikte, paylaşımlı bisiklet uygulamalarına talep azalabilir: “Paylaşım modelinde ek hijyen ve temizlik maliyeti çok zorlayıcı olacak.”

Mavi gökyüzü düşü

Holland’a göre salgınların, mimari ve tasarım üzerinde radikal ve beklenmedik etkileri olabilir.

“Belki de otomatik kapıların yaygın olarak benimseneceğini göreceğiz. Belki de son aylarda popülaritesi artan şehir tarımı, boşalan süpermarket raflarıyla ortaya çıkan gıda güvenliği riskine karşı rahatlama sağlayacak. Ya da belki de kanalizasyon izleme sistemlerinin kurulması hangi hastalığın kimler arasında yayıldığını çabucak fark etmemizi sağlayacak.

Daha tuhaf fikirler de var… İtalyan tasarımcı Umberto Menasci, plaja gidenlerini çevredekilerden uzak durarak dinlenmelerini sağlayacak bir dizi pleksiglas kutu tasarladı. Bu yılki eVolo gökdelen tasarım yarışmasını, Çinli tasarımcılarının gelecekteki bir salgında hızlı bir şekilde inşa edilebileceğini iddia ettiği “Salgın Babil Kulesi” adı verilen prefabrik acil sağlık kulesi konsepti kazandı.

Bu yılki gökdelen tasarım yarışmasını kazanan Çinli tasarımcıların çalışması, “Salgın Babil Kulesi” adı verilen prefabrik acil sağlık kulesi konsepti. Credit: Gavin Shen/Weiyuan Xu/Xinhao Yuan

Honey-Rosés, bu tür önerilerin hayata geçip geçmeyeceği bilmiyor ama bu krizin şehir tasarımı yönetimini değiştireceği konusunda iyimser. (…) Pandeminin kamusal alanı yeniden düşünmek için şehir liderlerinin cesur olma zamanının geldiğini düşünüyor: “Daha önce mümkün olmayan şeyler şimdi mümkün.”

Bu yazı ilk kez 14 Mayıs 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x