Tarihi koklamak mümkün mü?

Yapay zeka, kimya, tarih ve edebiyat birleşirse ne olur?

Her şeyin, her yerin bir kokusu vardır ve kim bilir kaç kez bir koku nedeniyle kişisel tarihimizde yolculuğa çıkıp anılarımızı tazelemişizdir. Peki ya ülkelerin hatta kıtaların kokusu, onların tarihleri hakkında neler söyleyebilir?

Smellosophy: What the Nose Tells the Mind (Koku Felsefesi: Burun Zihne Ne Söyler?) kitabının yazarı, bilişsel bilimci ve deneysel felsefeci Ann-Sophie Barwich, Nautilus internet sitesinde yayımlanan yazısında, Avrupa’nın yüzlerce yıllık kokularıyla yeni bir duyusal tarih deneyiminin kapılarını açan Odeuropa projesini anlatıyor. Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Geçmişe, diyelim ki eğlence için 19’uncu yüzyıl Berlin’ine giden insanlar, genellikle koku anlamında çarpıcı bir değişiklik olacağını düşünmezler. Yerliler farklı konuşuyordur, moda bir tuhaftır. Peki, sokaklar nasıl kokuyordur? Güçlü bir at gübresi kokusuyla taşınan gerçeklik dokusu bir anda sizi çarpar. Tüm duyu organlarınız arasında burnunuz en sert değişikliği kaydedecektir.

Geçmişin koku alanlarını tespit etmek zordur. Kokular herkesin bildiği gibi değişkendir. Yakalayarak kalıcı kılmaya uygun değildirler veya kolayca hayal edilemezler. Kokuların kaynağı materyallerden çıkarak havada dolaşan bileşiklerdir. Bir parfüm şişesini açtığınız an, şişe, içindeki uçucu maddeleri açığa çıkarır. İşte bu nedenle tarihin duyusal yeniden yaratımı ilginç bir bilimsel meydan okuma sunuyor.

Avrupa’nın kokuları

Ocak ayında başlatılacak, 3,3 milyon dolar bütçeli ve üç yıl sürecek çok uluslu Odeuropa projesi, makine öğrenmesi ve kimya ile tarihsel ve edebi analizleri birleştirerek 16’ncı yüzyıldan 20’nci yüzyılın başlarına kadar Avrupa’daki kokuların toplanması ve yeniden yaratılmasını kapsıyor. Öncü nitelikteki proje tam da COVID-19 kaynaklı koku alamama ve duyumdan yoksun kapanmalarla geçen bir zamanda geliyor. Hepimiz, çevresel uyarılmaya olan ihtiyacımızın ve kokunun hak ettiği değerin verilmediği gücünün farkına vardık.

Geçmişe dair kokuların tarif edilmesindeki zorluk, insanların izlenimleridir. Etiketler kavramsallaştırmaları ifade eder. Algılardan farklıdır. Ayrıca bize spesifik olarak materyalin ne olduğunu söyleyemeyebilirler. Bahçe uzmanlarının bildiği gibi, herhangi bir isme sahip bir gül, yüzlerce farklı uçucu madde ve kokulu notalardan oluşur. Bulgar güllerinin kokuları Londra Kew Garden’daki güllerle aynı değildir.

Koku tarifleri kültürel olarak da farklılaşır. 2016 yılında yapılan bir araştırma, Fransız ve Fransız-Kanadalıların aynı kokuya ilişkin deneyimleri ve değerlendirmelerinde hemfikir olmayabileceklerini gösteriyor. Örneğin Fransız-Kanadalılar, keklik üzümü bitkisinin kokusunu Fransızlardan daha hoş buluyor. Çalışma için hazırlanan basın bülteninde ‘Fransa’da keklik üzümü tıbbi ürünlerde, Kanada’da ise şekerlemelerde daha fazla kullanılıyor’ deniyor. ‘Anason, her iki kültürde benzer şekilde değerlendirilirken, Quebec’te daha çok ‘meyan kökü’, Fransa’da ise ‘anason’ olarak tarif ediliyor.’ Kültürler arası farklılıklar ilgi çekici anekdotlar yaratıyor. Ancak bunları belgelemek kolay değil.

Bu, tarihin neden resimler, yazılar, mimari alanlar ya da sadece taşlar ve kemikler gibi kalıcı görsel ve dokunsal eserleri koruma üzerine inşa edildiğini açıklar. Eksik olan, yalnızca doğrudan duyusal temasın sağladığı anlık gerçekliğin maddi hissidir. Müzelerin etrafına “Lütfen, eserlere dokunmayın (hayır, cidden, yapmayın)” şeklinde tabelaların asılması tesadüf değildir. Duyusal boyutlarından sıyrılmış materyallere odaklanarak kendimizi insanlığın geçmişiyle bağlantı kurmaktan mahrum bırakıyoruz.”

Koku kitaplığı

Yazar Odeuropa’nın yeni bir duyusal tarih deneyiminin kapılarını açtığını, araştırmacıların ders kitaplarındaki kokuların tıbbi tariflerinden roman veya dergilerdeki koku etiketlerine kadar 250 bin görsel ve binlerce metni (yedi dilde) ayrıntılı bir şekilde inceleyerek bir koku kataloğu oluşturacaklarını söylüyor:

“Makine öğrenmesi tariflerin, bağlamların ve koku adlarının (tütün, lavanta, at gübresi vb.) bolluğunda çapraz analiz yapmaya yardımcı olacak. Bu katalog, parfümcülerin ve kimyagerlerin bu açıklayıcılardan 120’sine uyan kokulu moleküller yaratmaları için kavramsal bir temel oluşturacak. (…)

Bir koku müzesi nasıl tasarlanır? Buna bir cevap hâlihazırda verilmiş durumda. Doğal parfümcü ve 2014 tarihli Fragrant (Güzel Kokulu) kitabının yazarı Mandy Aftel, California, Berkeley’deki ilginç kokular kitaplığının küratörlüğünü yürütüyor. The New York Times’a göre burası, ‘dünyanın koku almaya dair tarihini barındırmayı başardı: Dünyanın her köşesinden toplanan yüzlerce doğal öz, ham madde ve antika tentürler ziyaretçilerin koklaması için oradalar’. (…) Kokular birçok insan için soyut ve önemsiz görünebilir. Peki ama insanların kaybettikleri sevdiklerinden kendilerine kalan son şey nedir? Bir insanın varlığının son mahrem izini taşıyan kıyafetleri, yani kokuları.

Odeuropa projesinin bir bölümünü, University College London’da miras bilimi alanında doktora öğrencisi olan Cecilia Bembibre tarafından yürütülen Mirasın Kokusu adlı bir araştırma projesi oluşturuyor. Miras bilimciler, kültürel mirası oluşturan materyalleri, koleksiyonları ve bunların çevreyle etkileşimini incelemek için yeni yollar bulmaya çalışıyor. Örneğin Bembibre, kültürel açıdan önemli olan aromaları analiz ediyor ve arşivliyor. Smell of Heritage internet sitesinde, ‘Miras bağlamında, geçmişte dünyanın nasıl koktuğunu deneyimlemek, onun hakkındaki bilgimizi zenginleştirir. Kokular ile anılar arasındaki benzersiz ilişki nedeniyle tarihimizle daha duygusal şekilde bir araya gelebiliriz’ diye yazıyor. (…)

Duyusal tanıklıklar

Yurtdışında yaşayan ve ülkesine dönen herkes size her kültürün, her bölgenin ve her yerin kendine özgü koku alanlarına sahip olduğunu söyleyebilir: Belli yiyecekler ve baharatlar (sokak satıcıları, fırınlar, aile tarifleri), farklı endüstriyel dumanlar veya bitkiler. Almanya’ya geri döndüğümü uçak indiğinde değil, Frankfurt havalimanının tren istasyonundaki tozlu soğuk sigara dumanının kokusunu aldığımda gerçekten anlıyorum. (…)

Balık ve et pazarları ile koku açısından zengin bahçeler kayboldu (En son ne zaman gerçekten yoğun bir gül kokusuna sahip bir gülle karşılaştınız?). Onların yerinde elektronik ve bubble tea satan dükkanlar var artık. Kokular çevremizdeki materyallerin duyusal tanıklarını sunar. Politikaların kaynağı, soyut toplumsal modeller yerine genellikle bu çevresel sinyallerdir. Geçmişin bazı kokularından kaçmış olabilirsiniz, ancak sonuçlarından faydalanırsınız. Örneğin, tarihçi Melanie Kiechle’e göre, 19’uncu yüzyılın sonlarında Amerika’daki endüstriyel duman ve kötü kokulardan duyulan korku, bazı önlemlerin alınmasına yol açtı. Bu önlemlerden biri, yoğun nüfuslu bir metropolün kalbinde yeşil bir akciğer yaratıyor, Manhattan’da Central Park’ın doğumuna işaret ediyordu.

Odeuropa projesinin bir parçası olan Smell in the Eighteenth Century (18’inci Yüzyılda Koku) kitabının yazarı, tarihçi William Tullett hem duyusal hem de tarihsel dışavurumunda otantiklik hakkında düşünmenin önemini vurguluyor. Tarihi mekânlarda koku, orada olma deneyimine otantiklik duygusu katmaya yardımcı olabilir, geçmişi ziyaret etme hissini zenginleştirir ve böylelikle onu daha kalıcı kılar.

Peki, bu kokuları atalarımız gibi deneyimleyebilir miyiz? Bu biraz zor olabilir. 18’inci yüzyılda yaşamış bir Parisli, çürümüş balık kokusuyla ilgili bir zaman yolcusunun hayranlığını paylaşmayacaktır. Bu, kokunun doğasında var olan bilişsel bir zorluktur ve duyusal keşif için fırsat sunan bir meydan okumadır.

“Şimdi”yi duyusal anlamda zenginleştirmek

Hafıza ile ilişkilendirilen koku duyusunun, tarihi hatıralarımızda bir kenara itilmesi muhteşem bir ironi oluşturuyor. Otobiyografik anılarımız canlı koku bölümleriyle doludur: Babamın garajındaki toz bulutu, ergen sevgilinizin ucuz parfümünün acı tatlı kokusu… Koku duyusu bu noktada ilginç sinirbilimsel bulmacalar da ortaya çıkarır. Koku, talamusu atlayarak yeni anıların işlenmesi ve ilişkisel öğrenmeyle ilgili olan hipotalamusun bulunduğu çekirdek kortekse hemen erişebilen tek duyudur. Beynin kokuları nasıl anlamlandırdığı meselesi son zamanlarda hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Beynin kokuyla nasıl anılar oluşturduğu ise bir sonraki adımı oluşturuyor.”

Barwich, geçmişe ve onun kaybına ilişkin daha iyi bir anlayış geliştirmenin, duyusal anlamda şimdiyi korumamıza ve zenginleştirmemize yardımcı olabileceğini belirtiyor: “21’inci yüzyıldaki modern yaşam, geçmişte olduğundan daha farklı bir maddesellik anlayışına sahip. (…) Şehir manzaraları duyusal çekicilikleri bakımından giderek homojenleşti. Bugün, neredeyse her yerde aynı mağazaları, ürünleri ve yiyecekleri görüyoruz. Bu homojenleşme, gezginler olarak alışkanlıklarımızı da etkiledi ve merak duygumuzu köreltti.

Yiyecek ve içecekle olan niteliksel ilişkilerimiz de değişti. Bu gelişmelerden bazıları iki Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşanan gıda kıtlığından kaynaklandı. Endüstriyel aroma ve kozmetik endüstrilerinin günlük hayatımızdaki etkisi, ticari ürünlerin kokusunun giderilmesi ve yeniden kokulandırmayla modern insanlar için benzersiz bir duyusal ortam yarattı. (Çoğu çocuk taze sıkılmış portakal suyunun lezzetini bilmiyor ve portakalı endüstriyel ürünlerden tanıyor. Aynı durum vanilya ve diğer ürünler için de geçerli.)

Bu gelişmeler, kimya bilimlerine şüpheyle yaklaşan insanların düşünebileceğinin aksine, özünde kötü niyetli değildi. Tarihçi Nadia Berenstein’ın çalışması, 20’nci yüzyıl boyunca gıda ürünlerimizin endüstriyelleşmesini ele alıyor. Bu durum genel anlamda ekonomik gereklilikten kaynaklanıyordu: Örneğin malt arpadan yapay kahve üreticileri, meslektaşı Hermann Staudinger ile birlikte 30’a yakın kahve aroması bileşeni tespit eden Nobel ödüllü İsviçreli kimyager Tadeus Reichstein gibi araştırmacıları, gerçek kahve gibi kokan malt kahve yapmakla görevlendirmişti.

Biyosferimiz de akış halinde. Azalan tür çeşitliliğiyle (çiçekler ve diğer birçok organik yaşam formu) iklim değişikliği meselesini düşünün. Bir kez kaybolan kokuların geri kazanılması imkânsızdır, tabii onları korumaya çalışmıyorsak. (…)

Kokunun tarihsel olarak korunması, tarihimizin maddeselliğindeki değişiklikleri doğrudan deneyimleme ve bunlarla bağ kurma ihtiyacımızı görselleştirir. Bilginin dijitalleşmesini ve insan yaşamlarının sanal olarak belgelenmesini hızlandıran bir dünyada, duyusal deneyimleme arzumuzu unutmamalıyız. En azından benim için bu hayati önemde. Görsel, işitsel ve hatta dokunsal hisleri ikna edici bir şekilde taklit edebilen sanal gerçeklik gibi şeyler, bir sonraki ve belki de nihai sınır olan kokuyu da dahil etmeden yeterince ikna edici olmayacaktır. Ki bu da oldukça zordur…”

Bu yazı ilk kez 17 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Ann-Sophie Barwich’in Nautil.us web sitesinde yayınlanan “Tarihi koklamak mümkün mü?” başlıklı yazısının öne çıkan bazı bölümleri Nevra Yaraç tarafından İngilizceden Türkçeye kısmen çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz:http://nautil.us/issue/93/forerunners/what-did-the-past-smell-like

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Tarihi koklamak mümkün mü?

Yapay zeka, kimya, tarih ve edebiyat birleşirse ne olur?

Her şeyin, her yerin bir kokusu vardır ve kim bilir kaç kez bir koku nedeniyle kişisel tarihimizde yolculuğa çıkıp anılarımızı tazelemişizdir. Peki ya ülkelerin hatta kıtaların kokusu, onların tarihleri hakkında neler söyleyebilir?

Smellosophy: What the Nose Tells the Mind (Koku Felsefesi: Burun Zihne Ne Söyler?) kitabının yazarı, bilişsel bilimci ve deneysel felsefeci Ann-Sophie Barwich, Nautilus internet sitesinde yayımlanan yazısında, Avrupa’nın yüzlerce yıllık kokularıyla yeni bir duyusal tarih deneyiminin kapılarını açan Odeuropa projesini anlatıyor. Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Geçmişe, diyelim ki eğlence için 19’uncu yüzyıl Berlin’ine giden insanlar, genellikle koku anlamında çarpıcı bir değişiklik olacağını düşünmezler. Yerliler farklı konuşuyordur, moda bir tuhaftır. Peki, sokaklar nasıl kokuyordur? Güçlü bir at gübresi kokusuyla taşınan gerçeklik dokusu bir anda sizi çarpar. Tüm duyu organlarınız arasında burnunuz en sert değişikliği kaydedecektir.

Geçmişin koku alanlarını tespit etmek zordur. Kokular herkesin bildiği gibi değişkendir. Yakalayarak kalıcı kılmaya uygun değildirler veya kolayca hayal edilemezler. Kokuların kaynağı materyallerden çıkarak havada dolaşan bileşiklerdir. Bir parfüm şişesini açtığınız an, şişe, içindeki uçucu maddeleri açığa çıkarır. İşte bu nedenle tarihin duyusal yeniden yaratımı ilginç bir bilimsel meydan okuma sunuyor.

Avrupa’nın kokuları

Ocak ayında başlatılacak, 3,3 milyon dolar bütçeli ve üç yıl sürecek çok uluslu Odeuropa projesi, makine öğrenmesi ve kimya ile tarihsel ve edebi analizleri birleştirerek 16’ncı yüzyıldan 20’nci yüzyılın başlarına kadar Avrupa’daki kokuların toplanması ve yeniden yaratılmasını kapsıyor. Öncü nitelikteki proje tam da COVID-19 kaynaklı koku alamama ve duyumdan yoksun kapanmalarla geçen bir zamanda geliyor. Hepimiz, çevresel uyarılmaya olan ihtiyacımızın ve kokunun hak ettiği değerin verilmediği gücünün farkına vardık.

Geçmişe dair kokuların tarif edilmesindeki zorluk, insanların izlenimleridir. Etiketler kavramsallaştırmaları ifade eder. Algılardan farklıdır. Ayrıca bize spesifik olarak materyalin ne olduğunu söyleyemeyebilirler. Bahçe uzmanlarının bildiği gibi, herhangi bir isme sahip bir gül, yüzlerce farklı uçucu madde ve kokulu notalardan oluşur. Bulgar güllerinin kokuları Londra Kew Garden’daki güllerle aynı değildir.

Koku tarifleri kültürel olarak da farklılaşır. 2016 yılında yapılan bir araştırma, Fransız ve Fransız-Kanadalıların aynı kokuya ilişkin deneyimleri ve değerlendirmelerinde hemfikir olmayabileceklerini gösteriyor. Örneğin Fransız-Kanadalılar, keklik üzümü bitkisinin kokusunu Fransızlardan daha hoş buluyor. Çalışma için hazırlanan basın bülteninde ‘Fransa’da keklik üzümü tıbbi ürünlerde, Kanada’da ise şekerlemelerde daha fazla kullanılıyor’ deniyor. ‘Anason, her iki kültürde benzer şekilde değerlendirilirken, Quebec’te daha çok ‘meyan kökü’, Fransa’da ise ‘anason’ olarak tarif ediliyor.’ Kültürler arası farklılıklar ilgi çekici anekdotlar yaratıyor. Ancak bunları belgelemek kolay değil.

Bu, tarihin neden resimler, yazılar, mimari alanlar ya da sadece taşlar ve kemikler gibi kalıcı görsel ve dokunsal eserleri koruma üzerine inşa edildiğini açıklar. Eksik olan, yalnızca doğrudan duyusal temasın sağladığı anlık gerçekliğin maddi hissidir. Müzelerin etrafına “Lütfen, eserlere dokunmayın (hayır, cidden, yapmayın)” şeklinde tabelaların asılması tesadüf değildir. Duyusal boyutlarından sıyrılmış materyallere odaklanarak kendimizi insanlığın geçmişiyle bağlantı kurmaktan mahrum bırakıyoruz.”

Koku kitaplığı

Yazar Odeuropa’nın yeni bir duyusal tarih deneyiminin kapılarını açtığını, araştırmacıların ders kitaplarındaki kokuların tıbbi tariflerinden roman veya dergilerdeki koku etiketlerine kadar 250 bin görsel ve binlerce metni (yedi dilde) ayrıntılı bir şekilde inceleyerek bir koku kataloğu oluşturacaklarını söylüyor:

“Makine öğrenmesi tariflerin, bağlamların ve koku adlarının (tütün, lavanta, at gübresi vb.) bolluğunda çapraz analiz yapmaya yardımcı olacak. Bu katalog, parfümcülerin ve kimyagerlerin bu açıklayıcılardan 120’sine uyan kokulu moleküller yaratmaları için kavramsal bir temel oluşturacak. (…)

Bir koku müzesi nasıl tasarlanır? Buna bir cevap hâlihazırda verilmiş durumda. Doğal parfümcü ve 2014 tarihli Fragrant (Güzel Kokulu) kitabının yazarı Mandy Aftel, California, Berkeley’deki ilginç kokular kitaplığının küratörlüğünü yürütüyor. The New York Times’a göre burası, ‘dünyanın koku almaya dair tarihini barındırmayı başardı: Dünyanın her köşesinden toplanan yüzlerce doğal öz, ham madde ve antika tentürler ziyaretçilerin koklaması için oradalar’. (…) Kokular birçok insan için soyut ve önemsiz görünebilir. Peki ama insanların kaybettikleri sevdiklerinden kendilerine kalan son şey nedir? Bir insanın varlığının son mahrem izini taşıyan kıyafetleri, yani kokuları.

Odeuropa projesinin bir bölümünü, University College London’da miras bilimi alanında doktora öğrencisi olan Cecilia Bembibre tarafından yürütülen Mirasın Kokusu adlı bir araştırma projesi oluşturuyor. Miras bilimciler, kültürel mirası oluşturan materyalleri, koleksiyonları ve bunların çevreyle etkileşimini incelemek için yeni yollar bulmaya çalışıyor. Örneğin Bembibre, kültürel açıdan önemli olan aromaları analiz ediyor ve arşivliyor. Smell of Heritage internet sitesinde, ‘Miras bağlamında, geçmişte dünyanın nasıl koktuğunu deneyimlemek, onun hakkındaki bilgimizi zenginleştirir. Kokular ile anılar arasındaki benzersiz ilişki nedeniyle tarihimizle daha duygusal şekilde bir araya gelebiliriz’ diye yazıyor. (…)

Duyusal tanıklıklar

Yurtdışında yaşayan ve ülkesine dönen herkes size her kültürün, her bölgenin ve her yerin kendine özgü koku alanlarına sahip olduğunu söyleyebilir: Belli yiyecekler ve baharatlar (sokak satıcıları, fırınlar, aile tarifleri), farklı endüstriyel dumanlar veya bitkiler. Almanya’ya geri döndüğümü uçak indiğinde değil, Frankfurt havalimanının tren istasyonundaki tozlu soğuk sigara dumanının kokusunu aldığımda gerçekten anlıyorum. (…)

Balık ve et pazarları ile koku açısından zengin bahçeler kayboldu (En son ne zaman gerçekten yoğun bir gül kokusuna sahip bir gülle karşılaştınız?). Onların yerinde elektronik ve bubble tea satan dükkanlar var artık. Kokular çevremizdeki materyallerin duyusal tanıklarını sunar. Politikaların kaynağı, soyut toplumsal modeller yerine genellikle bu çevresel sinyallerdir. Geçmişin bazı kokularından kaçmış olabilirsiniz, ancak sonuçlarından faydalanırsınız. Örneğin, tarihçi Melanie Kiechle’e göre, 19’uncu yüzyılın sonlarında Amerika’daki endüstriyel duman ve kötü kokulardan duyulan korku, bazı önlemlerin alınmasına yol açtı. Bu önlemlerden biri, yoğun nüfuslu bir metropolün kalbinde yeşil bir akciğer yaratıyor, Manhattan’da Central Park’ın doğumuna işaret ediyordu.

Odeuropa projesinin bir parçası olan Smell in the Eighteenth Century (18’inci Yüzyılda Koku) kitabının yazarı, tarihçi William Tullett hem duyusal hem de tarihsel dışavurumunda otantiklik hakkında düşünmenin önemini vurguluyor. Tarihi mekânlarda koku, orada olma deneyimine otantiklik duygusu katmaya yardımcı olabilir, geçmişi ziyaret etme hissini zenginleştirir ve böylelikle onu daha kalıcı kılar.

Peki, bu kokuları atalarımız gibi deneyimleyebilir miyiz? Bu biraz zor olabilir. 18’inci yüzyılda yaşamış bir Parisli, çürümüş balık kokusuyla ilgili bir zaman yolcusunun hayranlığını paylaşmayacaktır. Bu, kokunun doğasında var olan bilişsel bir zorluktur ve duyusal keşif için fırsat sunan bir meydan okumadır.

“Şimdi”yi duyusal anlamda zenginleştirmek

Hafıza ile ilişkilendirilen koku duyusunun, tarihi hatıralarımızda bir kenara itilmesi muhteşem bir ironi oluşturuyor. Otobiyografik anılarımız canlı koku bölümleriyle doludur: Babamın garajındaki toz bulutu, ergen sevgilinizin ucuz parfümünün acı tatlı kokusu… Koku duyusu bu noktada ilginç sinirbilimsel bulmacalar da ortaya çıkarır. Koku, talamusu atlayarak yeni anıların işlenmesi ve ilişkisel öğrenmeyle ilgili olan hipotalamusun bulunduğu çekirdek kortekse hemen erişebilen tek duyudur. Beynin kokuları nasıl anlamlandırdığı meselesi son zamanlarda hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Beynin kokuyla nasıl anılar oluşturduğu ise bir sonraki adımı oluşturuyor.”

Barwich, geçmişe ve onun kaybına ilişkin daha iyi bir anlayış geliştirmenin, duyusal anlamda şimdiyi korumamıza ve zenginleştirmemize yardımcı olabileceğini belirtiyor: “21’inci yüzyıldaki modern yaşam, geçmişte olduğundan daha farklı bir maddesellik anlayışına sahip. (…) Şehir manzaraları duyusal çekicilikleri bakımından giderek homojenleşti. Bugün, neredeyse her yerde aynı mağazaları, ürünleri ve yiyecekleri görüyoruz. Bu homojenleşme, gezginler olarak alışkanlıklarımızı da etkiledi ve merak duygumuzu köreltti.

Yiyecek ve içecekle olan niteliksel ilişkilerimiz de değişti. Bu gelişmelerden bazıları iki Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşanan gıda kıtlığından kaynaklandı. Endüstriyel aroma ve kozmetik endüstrilerinin günlük hayatımızdaki etkisi, ticari ürünlerin kokusunun giderilmesi ve yeniden kokulandırmayla modern insanlar için benzersiz bir duyusal ortam yarattı. (Çoğu çocuk taze sıkılmış portakal suyunun lezzetini bilmiyor ve portakalı endüstriyel ürünlerden tanıyor. Aynı durum vanilya ve diğer ürünler için de geçerli.)

Bu gelişmeler, kimya bilimlerine şüpheyle yaklaşan insanların düşünebileceğinin aksine, özünde kötü niyetli değildi. Tarihçi Nadia Berenstein’ın çalışması, 20’nci yüzyıl boyunca gıda ürünlerimizin endüstriyelleşmesini ele alıyor. Bu durum genel anlamda ekonomik gereklilikten kaynaklanıyordu: Örneğin malt arpadan yapay kahve üreticileri, meslektaşı Hermann Staudinger ile birlikte 30’a yakın kahve aroması bileşeni tespit eden Nobel ödüllü İsviçreli kimyager Tadeus Reichstein gibi araştırmacıları, gerçek kahve gibi kokan malt kahve yapmakla görevlendirmişti.

Biyosferimiz de akış halinde. Azalan tür çeşitliliğiyle (çiçekler ve diğer birçok organik yaşam formu) iklim değişikliği meselesini düşünün. Bir kez kaybolan kokuların geri kazanılması imkânsızdır, tabii onları korumaya çalışmıyorsak. (…)

Kokunun tarihsel olarak korunması, tarihimizin maddeselliğindeki değişiklikleri doğrudan deneyimleme ve bunlarla bağ kurma ihtiyacımızı görselleştirir. Bilginin dijitalleşmesini ve insan yaşamlarının sanal olarak belgelenmesini hızlandıran bir dünyada, duyusal deneyimleme arzumuzu unutmamalıyız. En azından benim için bu hayati önemde. Görsel, işitsel ve hatta dokunsal hisleri ikna edici bir şekilde taklit edebilen sanal gerçeklik gibi şeyler, bir sonraki ve belki de nihai sınır olan kokuyu da dahil etmeden yeterince ikna edici olmayacaktır. Ki bu da oldukça zordur…”

Bu yazı ilk kez 17 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Ann-Sophie Barwich’in Nautil.us web sitesinde yayınlanan “Tarihi koklamak mümkün mü?” başlıklı yazısının öne çıkan bazı bölümleri Nevra Yaraç tarafından İngilizceden Türkçeye kısmen çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz:http://nautil.us/issue/93/forerunners/what-did-the-past-smell-like

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x