Korkmayın ama çok büyük ihtimalle siz de coronavirüs kapacaksınız

Coronavirüsünün bugüne kadar karşılaşılan benzerlerinden en büyük farkı, kimi zaman hiçbir belirti göstermemesi. Asıl tehlike de buradan kaynaklıyor. Ama yine de umutlu olmak için pek çok neden var. Virüsü, neden yayılmasının engellenemeyeceğini, olası riskleri ve aşı aranırken karşılaşılan zorlukları Yale Halk Sağlığı uzmanı doktor James Hamblin, başka uzmanlarla da konuşarak, The Atlantic için yazdı.

Coronavirüsü hayatımıza girdiğinden beri, büyük bir şaşkınlık içindeyiz. Bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bir yandan da ortalıkta dolaşan sağlıksız bilgiler, komplo teorileri arasında, bu virüsten nasıl korunabileceğimizi öğrenmeye çalışıyoruz. Hepimizin aklındaki başka bir soru da, virüse karşı bir aşı bulunursa buna ne zaman erişimin sağlanabileceği.

Fakat ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinde çıkan ve Yale Halk Sağlığı Okulu uzmanlarından tıp doktoru James Hamblin tarafından kaleme alınan makale, coronavirüsünden korunmamızın çok da kolay olmadığını anlatıyor. Zira makaleye göre, vakaların çoğunun hayati tehlike arz etmemesi, virüsün kontrol altına alınmasını son derece zorlaştırıyor. Bu da dünya nüfusunun önemli bir çoğunluğunun eninde sonunda coronavirüsünü kapacağı anlamına geliyor.

Makalenin dikkat çektiği başka bir nokta da, aşı bulunmasının ve sonra da dağıtılmasının mevcut ekonomik sistemde o kadar da kolay olmayacağı ve bu meselenin de yeni bir anlayışla ele alınması gerektiği.

Makalenin yazarı Dr. Hamblin, coronavirüsünün olası seyrini anlatmaya, son yıllarda yine paniğe yol açan ve kuş gribi olarak bildiğimiz hastalığı anımsatarak başlıyor.

1997’de ortaya çıkan virüs

Kuş gribi Mayıs 1997’de, üç yaşındaki bir erkek çocuğunun, boğaz ağrısı, ateş ve öksürük şikâyetiyle Hong Kong’daki Queen Elizabeth Hastanesi’ne götürülmesiyle fark edilmişti. Çocuk ölünce meselenin basit bir grip olmadığından şüphelenen hastanenin viroloji bölümünün başındaki uzman, çocuktan alınan örneklerdeki virüse standart testlerde rastlamadı, o zaman örneği başka ülkelerdeki meslektaşlarına da göndermeye karar vermişti. ABD’deki Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi’nde oldukça yavaş ilerleyen bir işlem olan antikor eşleştirme analizi için sıra bekleyen örnekten elde edilen sonuçlar, söz konusu virüsün, bugüne kadar en çok can alan influenza virüsünün bir türü olduğunu doğruladı.

Ancak virüsün bu türüne daha önce insanlarda hiç rastlanmamıştı. Hong Kong’daki vakadan yirmi yıl önce keşfedilen, ama o tarihe kadar sadece kuşlarda görüldüğü bilinen bu virüs, H5N1 ya da yaygın adıyla “kuş gribi” idi.

Sonuçlar alınana kadar ağustos ayına gelinmişti. Bilim adamları dünyayı alarma geçirirken Çin hükümeti, tavuk üreticilerinin protestolarına rağmen 1,5 milyon tavuğu hızla itlaf etti. Yeni kuş gribi vakaları yakın takip ve tecrit altına alındı. Yıl sonu itibarıyla bilinen vaka sayısı 18, hayatını kaybedenlerin sayısı ise altı idi.

Bu, başarılı bir küresel müdahale olarak değerlendirildi. Virüs bir daha yıllarca görülmedi. Hastalığın kontrol altına alınabilmesinde kısmen etkili olan faktörlerden biri, hastalığın çok ağır seyretmesiydi. Virüsün bulaştığı kişiler çok açık ve ağır belirtiler gösteriyordu.

H5N1’de yüzde 60’lık bir ölüm oranı söz konusu, yani hastalığı kaparsanız yaşamınızı yitirme ihtimaliniz yüksek. Buna rağmen virüs 2003’ten bu yana yalnızca 455 kişinin ölümüne neden oldu. Oysa H5N1’den çok “daha hafif” grip virüsleri, bunun aksine, ortalamada bulaştıkları insanların yüzde 0,1’inden azını öldürse de, her yıl yüz binlerce insanın ölümüne neden oluyor.

COVID-19 adıyla bilinen bu hastalığın ölüm oranı görünürde yüzde 2’nin altında, ki bu oran, dünya çapında haber olan çoğu salgının ölüm oranından kat kat daha düşük. Virüs, düşük ölüm oranına rağmen değil, tam tersine, düşük ölüm oranı yüzünden dünyayı alarma geçirdi.

Düşük ölüm oranı yüzünden panik yaratan virüs

H5N1 gibi virüslerden kaynaklanan hastalıkların ağır seyri, aynı zamanda hastalıktan etkilenen kişilerin tespit ve tecrit edilebilmelerine imkan veriyor, tespit edilemeyenler ise hızla yaşamını yitiriyor. Hafif bir kırıklık hissiyle ortalıkta dolaşıp virüsü yaymıyorlar. Teknik adı SARS-CoV-2 olan ve şimdilerde hızla dünyaya yayılan yeni coronavirüs, ciddileşme potansiyeline sahip bir solunum yolu rahatsızlığına yol açabiliyor. COVID-19 adıyla bilinen bu hastalığın ölüm oranı görünürde yüzde 2’nin altında, ki bu oran, dünya çapında haber olan çoğu salgının ölüm oranından kat kat daha düşük. Virüs, düşük ölüm oranına rağmen değil, tam tersine, düşük ölüm oranı yüzünden dünyayı alarma geçirdi.

Coronavirüsler, tek RNA dizilimi içermeleri bakımından influenza virüsleri ile benzerlik gösteriyor. İnsana bulaşarak gribe neden olan dört tip coronavirüs mevcut. Bunların insanlarda azami yayılacak şekilde evrimleştikleri düşünülüyor. Yani insanları öldürmek yerine hasta ediyorlar. Oysa, daha önce yaşanan iki yeni coronavirüs salgını olan SARS (Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu) ve MERS’te (adını salgının ilk patlak verdiği bölgeden alan Ortadoğu Solunum Yolu Sendromu) hastalık tıpkı H5N1’de olduğu gibi hayvanlardan insanlara bulaşmıştı. Bu hastalıklar, insanlarda son derece ölümcül oldu. Orta şiddetli veya belirtisiz vakalar vardıysa bile sayıları çok çok azdı. Oysa bu tarz orta şiddette ya da asemptomatik olarak seyreden vaka sayısı daha fazla olsaydı, hastalık çok daha fazla yayılırdı. Netice itibarıyla, SARS ve MERS salgınlarının her birinde ölü sayısı 1.000’in altındaydı.

Bu, başarılı bir küresel müdahale olarak değerlendirildi. Virüs bir daha yıllarca görülmedi. Hastalığın kontrol altına alınabilmesinde kısmen etkili olan bir faktör, hastalığın çok ağır seyretmesiydi. Virüsün bulaştığı kişiler çok açık ve ağır belirtiler gösteriyordu.

Eldeki kayıtlara göre, COVID-19’dan ölenlerin sayısı şimdiden bu rakamı ikiye katlamış durumda olduğunu hatırlatan makale asıl sorunun da virüsün, hiçbir belirti göstermemesi olduğunu anlatıyor ve Japonya’da bir yolcu gemisindeki 14 Amerikalı, kendilerini iyi hissettikleri halde, yapılan testte coronavirüs pozitif çıktıklarını anımsatıyor:

“Yeni virüs, bugüne kadarki en tehlikeli tür olabilir, çünkü öyle görünüyor ki kimi zaman hiçbir belirti bile göstermeyebiliyor.”

Makalenin yazarı Dr. James Hamblin, Harvard Üniversitesi’nde görevli salgın hastalıklar uzmanı Marc Lipsitch ile yaptığı konuşmayı da aktardı. Lipssitch’in en doğru kelimeleri seçmek için uzun uzun düşündüğünü anlatan yazar, uzmanın en cümlesine dikkat çekiyor: “Sanıyorum ki netice olarak [virüs] muhtemelen sınırlanabilir olmayacak.”

Makaleye göre sınırlama, salgınlar karşısında atılacak ilk adım. Fakat COVID-19 örneğinde ise dünya geneline yayılacak bir salgını önleme ihtimali kısa sürede ortadan kalkmış görünüyor, Zira Çin’in bütün çabalarına rağmen virüs en az 24 ülkede görüldü bile.

“İdeal bir sınırlama çalışmasıyla dahi virüsün yayılmasının önüne geçilemeyebilirdi. İnsanlar virüsü en ufak bir belirti bile hissetmeden yayabiliyorsa, hâlihazırda aşırı derece hasta olanları teste tabi tutmak hatalı bir strateji.”

Lipsitch, önümüzdeki bir yıl içinde dünyadaki insanların yüzde 40 ila 70’inin COVID-19’a yol açan virüsle enfekte olacağını öngörüyor. Ancak, bunun herkesin şiddetli bir hastalığa yakalanacağı anlamına gelmediğinin de altını çiziyor. Lipsitch, çoğu kimsenin hastalığı belirti vermeden veya hafif bir şekilde atlatma ihtimali olduğunu da belirtiyor. Örneğin grip, kronik hastalığı olan kimselerle yaşlılarda hayatı tehdit ederken, vakaların birçoğu tıbbi tedavi görmeden geçiyor.

Lipsitch’le birlikte çok sayıda uzman koronavirüsün yayılmaya devam edeceğine inanıyor. Epidemiyoloji uzmanlarının ortak kanısı, bu salgının çok yüksek ihtimalle beşinci “yaygın” koronavirüs diyebileceğimiz yeni bir mevsimsel hastalığa yol açacağı yönünde. İnsanların diğer dört virüs için de uzun süreli bağışıklık geliştirmediği biliniyor. Bu hastalığın da benzer şekilde seyretmesi ve şiddetli bir hal alması halinde grip ve soğuk algınlığı mevsiminin “grip, soğuk algınlığı ve COVID-19 mevsimi” olması işten bile değil.

Makalede virüsün henüz tanınmadığı, tespit edilmek için gerekli olan testlerin henüz yaygınlaşmadığını, eldeki bu tip az veri nedeniyle de hastalığın seyrini tahmin etmenin güç olduğu anlatılıyor. Üstelik bu, virüse karşı aşı geliştirmek için verilen küresel mücadeleyi de etkiliyor. Oysa “Bu aşı, hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda en önemli hayat kurtarma yollarından biri olacak.”

Aşı bulundu demek için henüz erken

“Geçtiğimiz ay Inovio adlı küçük bir ilaç firmasının hisse bedeli iki kattan daha fazla arttı. Ocak ayı ortasında firma yeni koronavirüse karşı bir aşı bulduğunu söylüyor. Bu iddia, teknik olarak doğru olmasa da birçok haber bülteninde defalarca yer aldı. Diğer ilaçlar gibi, aslında aşıların da insanları hastalığa karşı koruyup bunu güvenli bir şekilde yapıp yapmadığını anlamak için uzun bir deneme sürecinden geçmesi gerekiyor. Bu ve diğer firmaların yaptığı şey virüsün RNA’sını bir parça kopyalayarak ileride aşı işlevi görmesini sağlamak. Şimdilik umut verici bir başlangıç olsa da buna bir buluş demek için henüz çok erken.

Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Ulusal Enstitüsü Başkanı Anthony Fauci, ocak ayında JAMA dergisinde, kurumun bir aşı geliştirmek için olağanüstü bir şekilde çalıştığını belirtti. 2003 yılındaki SARS salgınında, araştırmacıların virüsün genom dizilemesinden aşının klinik olarak denendiği birinci aşamaya yirmi ay içinde geçtiğini ifade etti. Ayrıca, Fauci o zamandan günümüze ekibinin diğer virüsler için bu zamanı üç aya kadar indirdiğini ve yeni koronavirüs için daha da hızlı ilerleyeceklerini umduklarını söyledi.

Son yıllarda aşı gelişimini hızlandıracak yeni modeller de ortaya çıktı. Örneğin, 2017 yılında yeni aşıların üretimini finanse etmek ve düzenlemek üzere Norveç’te başlatılan Salgınlara Karşı Hazırlıklı Olma Koalisyonu (CEPI) bunlardan bir tanesi. Norveç ve Hindistan hükümetleri ile The Wellcome Trust ve Bill & Melinda Gates Vakfı koalisyonun kurucularından. Bu grubun parası, aşı geliştirmelerini teşvik etmek üzere Inovio ve diğer küçük biyoteknoloji startuplarına aktarılıyor. Grup CEO’su Richard Hatchett, COVID-19 aşısının güvenirlik deneyinin ilk aşamaları için nisan ayını işaret ediyor. Her şey yolunda giderse, yazın sonuna doğru aşının gerçekten hastalığı önleyip önlemediği test edilmeye başlanacak.”

Sonuçta -eğer bütün parçalar yerine oturursa- Hatchett’in tahminine göre, güvenli ve etkili sayılacak ilk ürünün ortaya çıkması için 12 ile 18 ay arasında bir zaman gerekiyor.

Fakat iş orada bitmeyecek, yeni ürünün belki de milyarlarca doz üretilmesi ve dağıtılması da gerekecek. Üstelik sınırların hastalığın yayılmasını engellemek için koruma amaçlı kapatılması söz konusu olursa ve tedarik zinciri bozulursa, yalnızca lojistik meselesi olarak bile üretim ve dağıtımın çok daha zor olabilir.

Makalenin de aktardığı gibi aşıların üretimi, uzun süredir az sayıdaki küresel ilaç şirketlerinin yatırımına bağlı. Oysa Fauci’ye göre bu dev şirketlerden hiçbiri henüz aşıyı üretmek için adım atmadı. Zaten aşı üretmek de zor, maliyetli ve riskli.

“1980’lerde aşıların neden olduğu iddia edilen zararlarla ilgili açılan davalarda mahkeme masraflarıyla karşı karşıya kalan şirketlerin çoğu, aşı üretimini durdurmayı tercih etti. Bu hayati ürünlerin üretiminin devamı için harekete geçen ABD yönetimi, aşıdan zarar gördüğünü iddia eden herhangi biriyle ilgili zararı karşılamayı teklif ederek şirketlere teşvikte bulundu. Bu düzenleme, günümüzde de yürürlükte. Yine de, ilaç şirketleri kronik rahatsızlıklarla ilgili her gün kullanılması gereken ilaçlara yatırım yapmayı, genel olarak daha karlı buluyor.”

Maliyeti arttıran bir unsur da, virüsün mutasyona yatkın olması nedeniyle aşıların da sürekli geliştirilmesi zorunluluğu.

Tüm umutlar aşıya bağlanmamalı

Fakat bütün umutları aşıya bağlamak da Yale Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’nda aşı politikaları konusunda çalışan öğretim üyesi Jason Schwartz’a göre sıkıntılı bir durum. Schwartz, “SARS için aşı araştırma programını bir kenara atmasaydık, bu yeni ve yakından alakalı virüse uygulayabileceğimiz çok daha fazla zemin araştırmasına sahip olurduk” diyor. Ancak Ebola’da olduğu gibi, acil durum hissiyatı geçtiğinde, hükümetlerin fonlaması ve ilaç endüstrisinin gelişmeleri de ortadan kayboldu. Aşı, salgın sona ermeden agresif bir şekilde üretilmediği için, bazı çok erken araştırmaların sonu rafa kaldırılmak oldu.

Koronavirüse karşı acil harekete geçilmesi için Beyaz Saray’ın Kongre’den bir milyar dolar istemeye hazırlandığının haberleri de çıkmıştı. Bu istek eğer kabul görürse, Başkan Donald Trump’ın yeni bütçe teklifiyle aynı ay içinde onaylanmış olacak.

“Bu uzun vadeli hükümet yatırımları önemli; çünkü aşı, antiviral ilaçlar ve diğer hayati gereçlerin yaratımı, talep düşükken dahi on yıllar boyu sürecek ciddi yatırım gerektiriyor. Piyasa merkezli ekonomiler acil talep olmayan ürün geliştirmekte ve bu ürünleri ihtiyaç duyulan yerlere ulaştırmakta çoğunlukla güçlük yaşıyor.

Salgınlara Karşı Hazırlıklı Olma Koalisyonu’nun (CEPI) acil durum ortaya çıkmadan aşı geliştirmeyi merkeze alan yaklaşımıyla gelecek vaat eden bir model olarak görülüyor ancak bu gruba da şüpheyle bakanlar var. Geçen sene Sınır Tanımayan Doktorlar sert bir açık mektup yayımlayarak, bu modelin adil dağıtım ve ödenebilirliği sağlamadığını ifade etti. CEPI daha sonra politikalarını adil erişimi ön plana alarak güncelledi. Sınır Tanımayan Doktorlar’a medikal yenilik ve erişim danışmanlığı yapan Manuel Martin, artık temkinli bir şekilde iyimser olduğunu geçen hafta bana söyledi. “CEPI kesinlikle vaatkar ve gerçekten özgün bir aşı üretmekte başarılı olmasını umut ediyoruz” diyen Martin, kendisi ve iş arkadaşlarının CEPI’nın vaatlerinin gerçekliğe nasıl tahvil edileceğini görmeyi beklediklerini de ifade etti.

Bu yaklaşımlar sadece insani yardım açısından değil, etkili politika için de önemli. Aşıları ve diğer kaynakları en çok yardımcı olacakları yere götürmek, hastalığın geniş çapta yayılmasını engellemek için gerekli. Mesela 2009‘daki H1N1 grip salgını sırasında, Meksika çok kötü etkilenmişti. Çok da etkilenmeyen Avustralya’da hükümet kendi talepleri karşılanana kadar ilaç endüstrisinin ihracatını engelledi. Dünya daha fazla tecrit ve kendini korumaya doğru gittikçe, aklı başında bir şekilde riski hesaplayıp, etkin bir şekilde -aşılar ve yüz maskelerinden yiyecek ve el sabununa- malzemeleri dağıtmak güçleşiyor.

İtalya, İran ve Güney Kore, artık tespit edilen COVID-19 vakalarının sayılarının en çok yükseldiği ülkeler arasında. Pek çok ülke, Çin’in tarihte eşi benzeri görülmemiş sıkı önlemlerinin şüpheli etkinliğine rağmen, sınırlama-çevreleme girişimleriyle harekete geçti. Belli sınırlama önlemleri uygun olacaktır. Ancak seyahatin geniş çapta yasaklanması, kentlerin kapatılması ve kaynakların istiflenmesi yıllarca sürecek bir salgına uygun gerçekçi çözümler değil. Bütün bu önlemler, kendi riskleriyle birlikte geliyor. Nihayetinde salgına karşı atılacak adımlardan bazıları, sınırların kapanmasını değil, açılmasını gerektirecek. Bir noktada bir bölgenin COVID-19’un etkilerinden kaçabileceği düşüncesi terkedilmeli: Hastalık herkesin sorunu olarak görülmeli.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Korkmayın ama çok büyük ihtimalle siz de coronavirüs kapacaksınız

Coronavirüsünün bugüne kadar karşılaşılan benzerlerinden en büyük farkı, kimi zaman hiçbir belirti göstermemesi. Asıl tehlike de buradan kaynaklıyor. Ama yine de umutlu olmak için pek çok neden var. Virüsü, neden yayılmasının engellenemeyeceğini, olası riskleri ve aşı aranırken karşılaşılan zorlukları Yale Halk Sağlığı uzmanı doktor James Hamblin, başka uzmanlarla da konuşarak, The Atlantic için yazdı.

Coronavirüsü hayatımıza girdiğinden beri, büyük bir şaşkınlık içindeyiz. Bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bir yandan da ortalıkta dolaşan sağlıksız bilgiler, komplo teorileri arasında, bu virüsten nasıl korunabileceğimizi öğrenmeye çalışıyoruz. Hepimizin aklındaki başka bir soru da, virüse karşı bir aşı bulunursa buna ne zaman erişimin sağlanabileceği.

Fakat ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinde çıkan ve Yale Halk Sağlığı Okulu uzmanlarından tıp doktoru James Hamblin tarafından kaleme alınan makale, coronavirüsünden korunmamızın çok da kolay olmadığını anlatıyor. Zira makaleye göre, vakaların çoğunun hayati tehlike arz etmemesi, virüsün kontrol altına alınmasını son derece zorlaştırıyor. Bu da dünya nüfusunun önemli bir çoğunluğunun eninde sonunda coronavirüsünü kapacağı anlamına geliyor.

Makalenin dikkat çektiği başka bir nokta da, aşı bulunmasının ve sonra da dağıtılmasının mevcut ekonomik sistemde o kadar da kolay olmayacağı ve bu meselenin de yeni bir anlayışla ele alınması gerektiği.

Makalenin yazarı Dr. Hamblin, coronavirüsünün olası seyrini anlatmaya, son yıllarda yine paniğe yol açan ve kuş gribi olarak bildiğimiz hastalığı anımsatarak başlıyor.

1997’de ortaya çıkan virüs

Kuş gribi Mayıs 1997’de, üç yaşındaki bir erkek çocuğunun, boğaz ağrısı, ateş ve öksürük şikâyetiyle Hong Kong’daki Queen Elizabeth Hastanesi’ne götürülmesiyle fark edilmişti. Çocuk ölünce meselenin basit bir grip olmadığından şüphelenen hastanenin viroloji bölümünün başındaki uzman, çocuktan alınan örneklerdeki virüse standart testlerde rastlamadı, o zaman örneği başka ülkelerdeki meslektaşlarına da göndermeye karar vermişti. ABD’deki Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi’nde oldukça yavaş ilerleyen bir işlem olan antikor eşleştirme analizi için sıra bekleyen örnekten elde edilen sonuçlar, söz konusu virüsün, bugüne kadar en çok can alan influenza virüsünün bir türü olduğunu doğruladı.

Ancak virüsün bu türüne daha önce insanlarda hiç rastlanmamıştı. Hong Kong’daki vakadan yirmi yıl önce keşfedilen, ama o tarihe kadar sadece kuşlarda görüldüğü bilinen bu virüs, H5N1 ya da yaygın adıyla “kuş gribi” idi.

Sonuçlar alınana kadar ağustos ayına gelinmişti. Bilim adamları dünyayı alarma geçirirken Çin hükümeti, tavuk üreticilerinin protestolarına rağmen 1,5 milyon tavuğu hızla itlaf etti. Yeni kuş gribi vakaları yakın takip ve tecrit altına alındı. Yıl sonu itibarıyla bilinen vaka sayısı 18, hayatını kaybedenlerin sayısı ise altı idi.

Bu, başarılı bir küresel müdahale olarak değerlendirildi. Virüs bir daha yıllarca görülmedi. Hastalığın kontrol altına alınabilmesinde kısmen etkili olan faktörlerden biri, hastalığın çok ağır seyretmesiydi. Virüsün bulaştığı kişiler çok açık ve ağır belirtiler gösteriyordu.

H5N1’de yüzde 60’lık bir ölüm oranı söz konusu, yani hastalığı kaparsanız yaşamınızı yitirme ihtimaliniz yüksek. Buna rağmen virüs 2003’ten bu yana yalnızca 455 kişinin ölümüne neden oldu. Oysa H5N1’den çok “daha hafif” grip virüsleri, bunun aksine, ortalamada bulaştıkları insanların yüzde 0,1’inden azını öldürse de, her yıl yüz binlerce insanın ölümüne neden oluyor.

COVID-19 adıyla bilinen bu hastalığın ölüm oranı görünürde yüzde 2’nin altında, ki bu oran, dünya çapında haber olan çoğu salgının ölüm oranından kat kat daha düşük. Virüs, düşük ölüm oranına rağmen değil, tam tersine, düşük ölüm oranı yüzünden dünyayı alarma geçirdi.

Düşük ölüm oranı yüzünden panik yaratan virüs

H5N1 gibi virüslerden kaynaklanan hastalıkların ağır seyri, aynı zamanda hastalıktan etkilenen kişilerin tespit ve tecrit edilebilmelerine imkan veriyor, tespit edilemeyenler ise hızla yaşamını yitiriyor. Hafif bir kırıklık hissiyle ortalıkta dolaşıp virüsü yaymıyorlar. Teknik adı SARS-CoV-2 olan ve şimdilerde hızla dünyaya yayılan yeni coronavirüs, ciddileşme potansiyeline sahip bir solunum yolu rahatsızlığına yol açabiliyor. COVID-19 adıyla bilinen bu hastalığın ölüm oranı görünürde yüzde 2’nin altında, ki bu oran, dünya çapında haber olan çoğu salgının ölüm oranından kat kat daha düşük. Virüs, düşük ölüm oranına rağmen değil, tam tersine, düşük ölüm oranı yüzünden dünyayı alarma geçirdi.

Coronavirüsler, tek RNA dizilimi içermeleri bakımından influenza virüsleri ile benzerlik gösteriyor. İnsana bulaşarak gribe neden olan dört tip coronavirüs mevcut. Bunların insanlarda azami yayılacak şekilde evrimleştikleri düşünülüyor. Yani insanları öldürmek yerine hasta ediyorlar. Oysa, daha önce yaşanan iki yeni coronavirüs salgını olan SARS (Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu) ve MERS’te (adını salgının ilk patlak verdiği bölgeden alan Ortadoğu Solunum Yolu Sendromu) hastalık tıpkı H5N1’de olduğu gibi hayvanlardan insanlara bulaşmıştı. Bu hastalıklar, insanlarda son derece ölümcül oldu. Orta şiddetli veya belirtisiz vakalar vardıysa bile sayıları çok çok azdı. Oysa bu tarz orta şiddette ya da asemptomatik olarak seyreden vaka sayısı daha fazla olsaydı, hastalık çok daha fazla yayılırdı. Netice itibarıyla, SARS ve MERS salgınlarının her birinde ölü sayısı 1.000’in altındaydı.

Bu, başarılı bir küresel müdahale olarak değerlendirildi. Virüs bir daha yıllarca görülmedi. Hastalığın kontrol altına alınabilmesinde kısmen etkili olan bir faktör, hastalığın çok ağır seyretmesiydi. Virüsün bulaştığı kişiler çok açık ve ağır belirtiler gösteriyordu.

Eldeki kayıtlara göre, COVID-19’dan ölenlerin sayısı şimdiden bu rakamı ikiye katlamış durumda olduğunu hatırlatan makale asıl sorunun da virüsün, hiçbir belirti göstermemesi olduğunu anlatıyor ve Japonya’da bir yolcu gemisindeki 14 Amerikalı, kendilerini iyi hissettikleri halde, yapılan testte coronavirüs pozitif çıktıklarını anımsatıyor:

“Yeni virüs, bugüne kadarki en tehlikeli tür olabilir, çünkü öyle görünüyor ki kimi zaman hiçbir belirti bile göstermeyebiliyor.”

Makalenin yazarı Dr. James Hamblin, Harvard Üniversitesi’nde görevli salgın hastalıklar uzmanı Marc Lipsitch ile yaptığı konuşmayı da aktardı. Lipssitch’in en doğru kelimeleri seçmek için uzun uzun düşündüğünü anlatan yazar, uzmanın en cümlesine dikkat çekiyor: “Sanıyorum ki netice olarak [virüs] muhtemelen sınırlanabilir olmayacak.”

Makaleye göre sınırlama, salgınlar karşısında atılacak ilk adım. Fakat COVID-19 örneğinde ise dünya geneline yayılacak bir salgını önleme ihtimali kısa sürede ortadan kalkmış görünüyor, Zira Çin’in bütün çabalarına rağmen virüs en az 24 ülkede görüldü bile.

“İdeal bir sınırlama çalışmasıyla dahi virüsün yayılmasının önüne geçilemeyebilirdi. İnsanlar virüsü en ufak bir belirti bile hissetmeden yayabiliyorsa, hâlihazırda aşırı derece hasta olanları teste tabi tutmak hatalı bir strateji.”

Lipsitch, önümüzdeki bir yıl içinde dünyadaki insanların yüzde 40 ila 70’inin COVID-19’a yol açan virüsle enfekte olacağını öngörüyor. Ancak, bunun herkesin şiddetli bir hastalığa yakalanacağı anlamına gelmediğinin de altını çiziyor. Lipsitch, çoğu kimsenin hastalığı belirti vermeden veya hafif bir şekilde atlatma ihtimali olduğunu da belirtiyor. Örneğin grip, kronik hastalığı olan kimselerle yaşlılarda hayatı tehdit ederken, vakaların birçoğu tıbbi tedavi görmeden geçiyor.

Lipsitch’le birlikte çok sayıda uzman koronavirüsün yayılmaya devam edeceğine inanıyor. Epidemiyoloji uzmanlarının ortak kanısı, bu salgının çok yüksek ihtimalle beşinci “yaygın” koronavirüs diyebileceğimiz yeni bir mevsimsel hastalığa yol açacağı yönünde. İnsanların diğer dört virüs için de uzun süreli bağışıklık geliştirmediği biliniyor. Bu hastalığın da benzer şekilde seyretmesi ve şiddetli bir hal alması halinde grip ve soğuk algınlığı mevsiminin “grip, soğuk algınlığı ve COVID-19 mevsimi” olması işten bile değil.

Makalede virüsün henüz tanınmadığı, tespit edilmek için gerekli olan testlerin henüz yaygınlaşmadığını, eldeki bu tip az veri nedeniyle de hastalığın seyrini tahmin etmenin güç olduğu anlatılıyor. Üstelik bu, virüse karşı aşı geliştirmek için verilen küresel mücadeleyi de etkiliyor. Oysa “Bu aşı, hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda en önemli hayat kurtarma yollarından biri olacak.”

Aşı bulundu demek için henüz erken

“Geçtiğimiz ay Inovio adlı küçük bir ilaç firmasının hisse bedeli iki kattan daha fazla arttı. Ocak ayı ortasında firma yeni koronavirüse karşı bir aşı bulduğunu söylüyor. Bu iddia, teknik olarak doğru olmasa da birçok haber bülteninde defalarca yer aldı. Diğer ilaçlar gibi, aslında aşıların da insanları hastalığa karşı koruyup bunu güvenli bir şekilde yapıp yapmadığını anlamak için uzun bir deneme sürecinden geçmesi gerekiyor. Bu ve diğer firmaların yaptığı şey virüsün RNA’sını bir parça kopyalayarak ileride aşı işlevi görmesini sağlamak. Şimdilik umut verici bir başlangıç olsa da buna bir buluş demek için henüz çok erken.

Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Ulusal Enstitüsü Başkanı Anthony Fauci, ocak ayında JAMA dergisinde, kurumun bir aşı geliştirmek için olağanüstü bir şekilde çalıştığını belirtti. 2003 yılındaki SARS salgınında, araştırmacıların virüsün genom dizilemesinden aşının klinik olarak denendiği birinci aşamaya yirmi ay içinde geçtiğini ifade etti. Ayrıca, Fauci o zamandan günümüze ekibinin diğer virüsler için bu zamanı üç aya kadar indirdiğini ve yeni koronavirüs için daha da hızlı ilerleyeceklerini umduklarını söyledi.

Son yıllarda aşı gelişimini hızlandıracak yeni modeller de ortaya çıktı. Örneğin, 2017 yılında yeni aşıların üretimini finanse etmek ve düzenlemek üzere Norveç’te başlatılan Salgınlara Karşı Hazırlıklı Olma Koalisyonu (CEPI) bunlardan bir tanesi. Norveç ve Hindistan hükümetleri ile The Wellcome Trust ve Bill & Melinda Gates Vakfı koalisyonun kurucularından. Bu grubun parası, aşı geliştirmelerini teşvik etmek üzere Inovio ve diğer küçük biyoteknoloji startuplarına aktarılıyor. Grup CEO’su Richard Hatchett, COVID-19 aşısının güvenirlik deneyinin ilk aşamaları için nisan ayını işaret ediyor. Her şey yolunda giderse, yazın sonuna doğru aşının gerçekten hastalığı önleyip önlemediği test edilmeye başlanacak.”

Sonuçta -eğer bütün parçalar yerine oturursa- Hatchett’in tahminine göre, güvenli ve etkili sayılacak ilk ürünün ortaya çıkması için 12 ile 18 ay arasında bir zaman gerekiyor.

Fakat iş orada bitmeyecek, yeni ürünün belki de milyarlarca doz üretilmesi ve dağıtılması da gerekecek. Üstelik sınırların hastalığın yayılmasını engellemek için koruma amaçlı kapatılması söz konusu olursa ve tedarik zinciri bozulursa, yalnızca lojistik meselesi olarak bile üretim ve dağıtımın çok daha zor olabilir.

Makalenin de aktardığı gibi aşıların üretimi, uzun süredir az sayıdaki küresel ilaç şirketlerinin yatırımına bağlı. Oysa Fauci’ye göre bu dev şirketlerden hiçbiri henüz aşıyı üretmek için adım atmadı. Zaten aşı üretmek de zor, maliyetli ve riskli.

“1980’lerde aşıların neden olduğu iddia edilen zararlarla ilgili açılan davalarda mahkeme masraflarıyla karşı karşıya kalan şirketlerin çoğu, aşı üretimini durdurmayı tercih etti. Bu hayati ürünlerin üretiminin devamı için harekete geçen ABD yönetimi, aşıdan zarar gördüğünü iddia eden herhangi biriyle ilgili zararı karşılamayı teklif ederek şirketlere teşvikte bulundu. Bu düzenleme, günümüzde de yürürlükte. Yine de, ilaç şirketleri kronik rahatsızlıklarla ilgili her gün kullanılması gereken ilaçlara yatırım yapmayı, genel olarak daha karlı buluyor.”

Maliyeti arttıran bir unsur da, virüsün mutasyona yatkın olması nedeniyle aşıların da sürekli geliştirilmesi zorunluluğu.

Tüm umutlar aşıya bağlanmamalı

Fakat bütün umutları aşıya bağlamak da Yale Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’nda aşı politikaları konusunda çalışan öğretim üyesi Jason Schwartz’a göre sıkıntılı bir durum. Schwartz, “SARS için aşı araştırma programını bir kenara atmasaydık, bu yeni ve yakından alakalı virüse uygulayabileceğimiz çok daha fazla zemin araştırmasına sahip olurduk” diyor. Ancak Ebola’da olduğu gibi, acil durum hissiyatı geçtiğinde, hükümetlerin fonlaması ve ilaç endüstrisinin gelişmeleri de ortadan kayboldu. Aşı, salgın sona ermeden agresif bir şekilde üretilmediği için, bazı çok erken araştırmaların sonu rafa kaldırılmak oldu.

Koronavirüse karşı acil harekete geçilmesi için Beyaz Saray’ın Kongre’den bir milyar dolar istemeye hazırlandığının haberleri de çıkmıştı. Bu istek eğer kabul görürse, Başkan Donald Trump’ın yeni bütçe teklifiyle aynı ay içinde onaylanmış olacak.

“Bu uzun vadeli hükümet yatırımları önemli; çünkü aşı, antiviral ilaçlar ve diğer hayati gereçlerin yaratımı, talep düşükken dahi on yıllar boyu sürecek ciddi yatırım gerektiriyor. Piyasa merkezli ekonomiler acil talep olmayan ürün geliştirmekte ve bu ürünleri ihtiyaç duyulan yerlere ulaştırmakta çoğunlukla güçlük yaşıyor.

Salgınlara Karşı Hazırlıklı Olma Koalisyonu’nun (CEPI) acil durum ortaya çıkmadan aşı geliştirmeyi merkeze alan yaklaşımıyla gelecek vaat eden bir model olarak görülüyor ancak bu gruba da şüpheyle bakanlar var. Geçen sene Sınır Tanımayan Doktorlar sert bir açık mektup yayımlayarak, bu modelin adil dağıtım ve ödenebilirliği sağlamadığını ifade etti. CEPI daha sonra politikalarını adil erişimi ön plana alarak güncelledi. Sınır Tanımayan Doktorlar’a medikal yenilik ve erişim danışmanlığı yapan Manuel Martin, artık temkinli bir şekilde iyimser olduğunu geçen hafta bana söyledi. “CEPI kesinlikle vaatkar ve gerçekten özgün bir aşı üretmekte başarılı olmasını umut ediyoruz” diyen Martin, kendisi ve iş arkadaşlarının CEPI’nın vaatlerinin gerçekliğe nasıl tahvil edileceğini görmeyi beklediklerini de ifade etti.

Bu yaklaşımlar sadece insani yardım açısından değil, etkili politika için de önemli. Aşıları ve diğer kaynakları en çok yardımcı olacakları yere götürmek, hastalığın geniş çapta yayılmasını engellemek için gerekli. Mesela 2009‘daki H1N1 grip salgını sırasında, Meksika çok kötü etkilenmişti. Çok da etkilenmeyen Avustralya’da hükümet kendi talepleri karşılanana kadar ilaç endüstrisinin ihracatını engelledi. Dünya daha fazla tecrit ve kendini korumaya doğru gittikçe, aklı başında bir şekilde riski hesaplayıp, etkin bir şekilde -aşılar ve yüz maskelerinden yiyecek ve el sabununa- malzemeleri dağıtmak güçleşiyor.

İtalya, İran ve Güney Kore, artık tespit edilen COVID-19 vakalarının sayılarının en çok yükseldiği ülkeler arasında. Pek çok ülke, Çin’in tarihte eşi benzeri görülmemiş sıkı önlemlerinin şüpheli etkinliğine rağmen, sınırlama-çevreleme girişimleriyle harekete geçti. Belli sınırlama önlemleri uygun olacaktır. Ancak seyahatin geniş çapta yasaklanması, kentlerin kapatılması ve kaynakların istiflenmesi yıllarca sürecek bir salgına uygun gerçekçi çözümler değil. Bütün bu önlemler, kendi riskleriyle birlikte geliyor. Nihayetinde salgına karşı atılacak adımlardan bazıları, sınırların kapanmasını değil, açılmasını gerektirecek. Bir noktada bir bölgenin COVID-19’un etkilerinden kaçabileceği düşüncesi terkedilmeli: Hastalık herkesin sorunu olarak görülmeli.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x