Almanya hakkında Fikir Turu’na yazdığım son yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Almanya, güçlü ekonomisi, etkin sosyal devlet modeli, neredeyse doğal seviyeye yaklaşmış işsizlik oranları ve istikrarlı politik sistemiyle dünyanın önde gelen refah toplumlarından biri olma özelliğini her şeye rağmen koruyor. Uluslararası sorunlara tek taraflı müdahale etmeyi, tarihsel refleksleri veya geçmişteki travmaları nedeniyle istemese de Birleşmiş Milletler (BM) veya Avrupa Birliği (AB) şemsiyesi çerçevesinde gerçekleştirilen barış gücü misyonlarına aktif olarak katılıyor.”[efn_note]Bakınız 13.01.2020 tarihli yazı,
https://fikirturu.com/jeo-strateji/almanya-kalibinin-ulkesi-olabilecek-mi-peki-bunu-istiyor-mu/[/efn_note]
Bu tarihsel refleks ve travmalar arasında Almanya’nın Nasyonal Sosyalist geçmişi de olduğu için, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan Alman güvenlik politikası, askerî harcamaları minimum düzeyde tutmayı tercih etmişti.
Buna rağmen, ülkelerin askerî kapasitelerine göre 2006’dan beri sıralamasını yapan ABD merkezli Global Firepower’a göre Almanya, dünyanın en güçlü ordusu sıralamasında 16. sırada. Almanya’nın 2021’deki askerî harcamalarının 56 milyar dolar olduğu, bunun da gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 1,49’una tekabül ettiği tahmin ediliyor. Bu rakam da 2021 yılında Almanya’nın en fazla askerî harcama yapan 7. ülke olduğunu söylüyor. Fakat eklemek de gerek; Almanya, NATO ülkeleri için genel beklenti olan % 2’lik oranı karşılasaydı, 75,1 milyar dolarlık bir yıllık harcama yapması beklenirdi.
Alman tankları yeniden Rusya’nın karşısında
Hem geçmişte hem de bugün dünyanın en üstün silah sistemlerini üretebilen Almanya’nın milli savunma politikasının belkemiğini, 6 Mayıs 1955’te üyesi olduğu NATO’nun güvenlik doktrini oluşturuyor. Uluslararası yükümlülükler söz konusu olduğundaysa hep bir adım geride durarak, çatışma önleme ve barışı koruma gibi işlevler yoluyla sorumluluk alma yoluna gidiyor.
Almanya’nın, bir saldırıya uğramadıkça herhangi bir savaşta aktif olarak yer almama ilkesi, savaş sonrası dönemde geniş karşılık bulan önemli bir devlet politikası halini almıştı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrası geçen süre uzadıkça, çizilen koyu kırmızı çizgiler de renk değiştirmeye başladı.
1998 yılında Alman parlamentosu, Kosova’ya NATO Hava kuvvetlerinin askerî müdahalesi kapsamında sınırlı bir muharip güç gönderilmesine onay vermişti. Bu karardan 25 yıl sonra, bugünlerde, Ukrayna Savaşı’nın birinci yılı dolarken ortaya çıkan yeni konjonktürde uluslararası toplumun yarattığı baskıya Almanya daha fazla karşı koyamadı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da aktif bir savaş bölgesinde kullanılmak üzere ilk kez Alman tanklarını gönderilmesine yeşil ışık yaktı. Daha önce de Polonya, Almanya’dan aldığı Leopar 2 tanklarını Ukrayna’ya ihraç etmek için Alman hükümetinden izin istemişti. Şimdi de Almanya, Ukrayna’ya başka ülkeler aracılığıyla değil, doğrudan tank teslim edecek. Oysa bir yıl önce, neredeyse hiç kimse böyle bir gelişmeyi hayal dahi edemezdi.
Alman kamuoyu savaşa müdahil olmaya razı mı?
Alman kamuoyu da savaşa bu şekilde müdahale konusunda ikiye bölünmüş durumda.
ARD’nin yaptığı “Deutschland Trend”’e göre Almanların yüzde 46’sı bu askerî desteği onaylıyor, yüzde 43’ü ise karşı çıkıyor. RTL/NTV’nin yaptığı “Trendbarometer” daha da yakın rakamlar ortaya koymuş: yüzde 44 onay, yüzde 45 ret.
Bu şekilde bölünmüş bir sosyal algıya rağmen Almanya Şansölyesi Olaf Scholz karar alabildi. Buna göre Almanya 14 adet Leopard II A6 tankını Ukrayna’ya verecek ve bu tankları envanterinde bulunduran yaklaşık 20 ülkenin de tankları Ukrayna’ya vermelerine karşı çıkmayacak.
Alman ekonomisi buna hazır mı?
Tüm Avrupa’da olduğu gibi Ukrayna Savaşı’nın ve uygulanan yaptırımların ağır sonuçları Almanya’da da hissediliyor. Savaş bölgesine gönderilen ağır silahlar, ülkeye gelen Ukraynalı mülteciler, Ukrayna’ya yapılan insani ve mali yardımlar, savunma harcamaları için ayırılan milyarlar, Rusya’ya karşı ağır yaptırımların maliyeti, artan enerji maliyetleri nedeniyle enerji politikasının yeniden düzenlenmesi, buna bağlı artan enerji ve gıda fiyatları ciddi bir yük oluşturuyor.
Rusya tehdidi ve NATO mali yükümlülüklerinin karşılanması amacıyla, Alman Hükümeti, ordunun ihtiyaçlarının giderilmesi ve silahlanma için 100 milyar Euroluk dev bir borçlanma yetkisi de istedi.
Ekonomide açıklanan üç yardım paketinin yükü, kapatılması düşünülen ama kapatılamayan üç nükleer santralin devam eden işletimi ile buna bağlı olarak “emisyon azaltımı” ve iklim hedeflerinin tutturulamama tehlikesi, Almanya’yı derinden etkileyen ulusal ve uluslararası sorunlardan bazılarını tanımlıyor sadece.
Alman ekonomisinin bir durgunluğun eşiğinde olduğunu söyleyen tahminlerin sayısı son günlerde artmış durumda. Savaşın sürdüğü her gün, Almanya bu ağır bedeli ödemeye devam ederken savaşa doğrudan taraf olmak anlamına gelen ve savaşın uzamasına neden olabilecek ağır silahların ve tankların Ukrayna’ya gönderilmesi dikkat çeken bir çelişki oluşturuyor.
Yine ilkesel olarak savaş karşıtlıkları ve pasifist tutumları bilinen Alman Sosyal Demokratları ve Yeşillerin iktidarda oldukları bir süreçte bu gelişmenin yaşanması çelişkiyi daha da belirgin hale getiriyor.
Savaş sonrası ne olacak?
Almanya’nın geleneksel ve derin işbirliğine dayalı Rusya politikasının radikal şekilde değişimi anlamına gelen bu gelişmeler nedeniyle savaş bittiğinde Rusya ile siyasi ve ekonomik ilişkilerin nasıl yoluna koyulacağı da ayrı bir bilinmezlik içeriyor.
ABD’nin Almanya’da uzun süredir yapmasını istediği ancak Eski Şansölye Angela Merkel’a bir türlü yaptıramadığı şeyi, yeni şansölye Olaf Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını bahane göstererek 22 Şubat 2022 tarihinde yaptı. Almanya, Rusya ile olan ilişkilerini bozmayı göze alarak Kuzey Akım 2 Baltık Denizi boru hattının sertifikasyon sürecini askıya alarak hizmete alınmasını durdurma kararı aldı. Bu süreçte de kazananın kim olduğuna kolayca cevap verilebilir.
Almanya şu anda Norveç, Hollanda ve Belçika’dan gaz alıyor. 2023 yılından itibaren gaz şebekesini likit gaz (LNG) ile de besleyecek. Geçen yıl doğalgaz ithalatının yüzde 55’i Rusya’dan geliyordu, 2022 Haziran ayı sonunda bu oran yüzde 26’ya düşürülmüştü. Ağustos ayında ise Almanya Rus gazının toplam gaz ithalatındaki payını yüzde 10’a indirmeyi başardı. Ancak bunun da finansal bedeli son derece yüksek oldu. Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar, II. Dünya Savaşı sonrasında güçlükle kurulan jeo-ekonomik dengeleri bozdu, uluslararası ticaret ve uluslararası ödemeler sistemini de önemli ölçüde etkiledi. Savaş öncesi koşullara dönmek, oluşan hasarların gidermek uzun zaman alacak.
Avrupa Birliği Almanya’nın yeni güvenlik politikasına ne diyor?
Avrupa Birliği ülkeleri açısından da bakıldığında Almanya’nın “yeni” güvenlik politikası son derece önemli. Birleşik Krallığın Avrupa Birliği’nden ayrılması sonrasında oluşan vakum, ABD’den bağımsız bir Avrupa savunma sistemi oluşturma çabasını sekteye uğratmıştı. Yeni Dünya düzeninde çok daha güçlü ve caydırıcı bir Alman ordusu, Avrupa’nın ekonomik kayıpları göze alarak izlemeye çalıştığı aktif dış ve güvenlik politikasının önemli bir unsuru olacak.
Almanya’nın güçlü bir orduya sahip olmasına rıza gösteren hatta destekleyen Avrupa ülkelerinin, bu ülkenin savaş geçmişini unuttukları; bunların yol açtığı tarihsel ve sosyolojik travmalardan da kurtulmuş oldukları düşünülebilir.
Avrupa Kıtasında da Ukrayna Savaşı’ndan doğrudan veya dolaylı olarak zarar görmeyen tek bir ülke yokken, ABD, yol açtığı veya istese önleyebileceği bu vekalet savaşından en çok yarar sağlayan ülke.
Rusya ambargolar nedeniyle ekonomik bakımdan ve buna bağlı olarak askerî açıdan son derece zayıfladı. Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılıkları azaltıldı. Kuzey Akım 2 gibi ABD’nin stratejik hedef olarak gördüğü bir oluşum önlendi. ABD enerji şirketleri karlarını çok ciddi anlamda arttırdı.
Almanya’nın geçirdiği dönüşüm ve Türkiye
Sonuç olarak Almanya’nın, Ukrayna Savaşı’nın başladığı 24 Şubat 2022 tarihinden itibaren yeniden şekillenmeye başlayan Avrupa güvenlik mimarisi içerisinde kendisine yeni bir yer bulduğu söylenebilir.
Bu yeni dönemde, Almanya’nın II. Dünya savaşı sonrasında uluslararası güvenlik ve dış politika alanlarında yumuşak güç kullanımını önceleyen yaklaşımını önemli ölçüde terk ederek, gerektiğinde savaş gücünü kullanma kapasitesini de arttırmayı hedefleyen yeni bir paradigma benimsediği görülüyor. Bu yeni paradigma, Türkiye’yi etkileyebilir.
Zira Rusya, Ukrayna ve Birleşmiş Milletler ile başarılı bir şekilde müzakere edilerek kurgulanan Tahıl Koridoru’nun gerçekleştirilmesine olan katkısı, Türkiye’ye uluslararası alanda geçici de olsa bir prestij sağladı. Ukrayna’nın Türkiye’den savaş öncesinde almış olduğu İHA ve SİHA’ların başarılı kullanımı da ülkenin askerî teçhizat ihracatına olumlu etki etti.
Savaş bittiğinde Avrupa güvenlik mimarisi yeniden şekillenirken, Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirmesi ve bu yeni dönemde Avrupa’nın savunma ve güvenlik önceliklerine katkısının önemli derecede artması beklenebilir. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Rusya Avrupa için bir tehdit olarak kalacaksa ki bunun kısa dönemde böyle olması bekleniyor, bu katkı, Türkiye’nin AB üyeliği için yeni bir argüman olarak ortaya çıkabilir.
Bu bağlamda, AB içerisinde her zaman son sözü söyleyen güvenlikçi bir Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine yaklaşımının olumlu yönde değişmesi beklenebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 14 Mart 2023’te yayımlanmıştır.