Yaz mevsiminin gelmesiyle, bizi televizyon başına kilitleyen birçok dizi de sezon finali yapmaya başladı. Şimdi bir sonraki sezonu heyecanla bekleyecek, “O karakter gerçekten öldü mü, bu zor durumda acaba ne yaptı?” diye merak edip duracağız. Bir sonraki sezonun, bu sezon kadar heyecanlı geçmesini de elbette umacağız. TV dizileri yerine platform dizilerini izleyenler bu heyecanlarını bir gecede arka arkaya tüm bölümleri izleyerek yani binge-watching yaparak yaşamaya devam edecekler. Hangisinin daha iyi yahut kötü olduğu da ayrı bir tartışmanın konusu.
Tahtını; Netflix, Youtube, Exxen, Gain gibi dijital platformlarla paylaşmaya başlasa da televizyon, günlük yaşantımızın hâlâ vazgeçilmez bir unsuru olarak odamızın orta yerindeki yerini koruyor. Yarışmalar, diziler, dini programlar ve reality-showlar gündelik hayatımızı, anlayışımızı, sosyo-kültürel alışkanlıklarımızı etkiliyor, dış dünyaya karşı algılarımızı ve kararlarımızı değiştiriyor.
Önceleri, Türkiye izleyicisi, daha çok sabah kuşağında yayınlanan Brezilya dizileri ile kendine bir eğlence alanı bulsa da günümüzde çok kanallı televizyonlarda her gün onlarca yapımla karşılaşabiliyor. Hatta öyle ki bu yoğunluk izleyicide hangi diziyi takip edeceği konusunda bir karmaşaya neden oluyor ve izleyici bu çokluk arasında bir seçim paradoksu yaşayabiliyor.
Dahası televizyon seyircisi, artık yabancı yapımlar yerine sadece Türk dizileriyle rahatlıkla yetinebiliyor. Çünkü yerli dizi sektörü neredeyse son yirmi yıldır önemli yapımlara imza atıyor. Farklı ajans (Ay Yapım, Tims Production, Med Yapım, Avşar Yapım vd.) ve yönetmenlerin (Osman Sınav, Gülse Birsel, Jale Atabey vd.) dizileri hem ulusal hem de uluslararası izleyicinin dikkatini çekiyor.
Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları ve Süper Baba gibi ilk örnekleri Kurtlar Vadisi, Asmalı Konak ve Ekmek Teknesi takip etti. Politik, sosyal ve psikolojik bağlamda da tartışılan Diriliş Ertuğrul, Yasak Elma ve Masumlar Apartmanı gibi yeni dönem yapımlar, bugün de aynı etkiyi ve heyecanı devam ettiriyor. Dahası dizileri seyretmek ve onlar hakkında konuşmak hem evlerin de hem de kamusal alanın en önemli sosyo-kültürel aktivitesi haline dönüşmüş durumda.
İnsanların video, sinema, dizi gibi görselleri neden bunca seyrettiği ile ilgili çok yönlü açıklamalar var. Mesela kullanımlar ve doyumlar teorisi herkesin medya içeriklerini tüketmesinin farklı nedenleri olabileceğini söyler. Kimisi eğlenmek, kimisi bilgilenmek, kimisi vakit geçirmek, kimisi de hayatına bir anlam katmak için medya içeriğini tüketiyor.
Kurgular içinde hayatı unutmak
Bazıları dizi seyrederken katharsis yaşıyor. Yani belli bir süreliğine olsa da gündelik kaygı ve problemlerinden kurtuluyor. Biraz depresyonda olan kişinin uykuya sığınması gibi bir işlevi var televizyon yapımlarının. Unutmak için bir tür kaçış alanı oluşturuyorlar.
Katharsis hem psikolojinin hem de felsefenin önemli kavramlarından biri. Psikanalizde, bilinç dışına gönderilmiş rahatsız edici duygulardan başka uğraşılar aracılığıyla kurtulmayı ifade eder. Birey bu bağlamda mesela dizi seyrederken farkında olmasa da istenmeyen duygu ve düşüncelerden kurtularak bir boşalım yaşar ve böylece bir anlamda patojenik ve nevrotik hislerinden kurtulur.
Antik Yunan’da katharsisis “ruhsal dönüşüm” olarak ifade edilirmiş. Psikolojideki manasına bir yönüyle benzese de tümüyle benzemiyor. Aristo, katharsisi, ruhun kötücül düşüncelerden arındırılması olarak tanımlamış. Bu açıdan bakıldığında daha mistik bir arınma süreci gibi duruyor. Söz gelimi yoga ya da ibadetle birey bu arınmayı hissedebilir. Ancak Aristo, katharsisi aynı zamanda tiyatro ile ilişkilendiriyor ki bu bağlam psikolojik boşalıma daha yakın duruyor. Ona göre tiyatro insana aslında kendisini anlatıyor. İzleyici tiyatro aracılığıyla bir aynalama yapıyor ve oyunda kendini görüyor. Bu nedenle sahneye bakarak oyun süresince hem kendi hakkında değerlendirmelerde bulunuyor hem de içinde bulunduğu dünyadan bir süreliğine kaçabiliyor.
Para-sosyal etkileşim ya da platonik aşk
Tabii burada parasosyal etkileşimden de bahsetmek gerekir. Birey, diziyi seyrederken oyunculardan herhangi biriyle kendini özdeşleştirir. Onu ekranda görmekten, onun oynadığı sahneleri seyretmekten zevk alır. Her seyrediş, izleyici ve kahraman arasındaki bağı daha da kuvvetlendirir. İşte bu nedenle, medya karakteri ile izleyici arasındaki bu ilgi ve bağa “parasosyal etkileşim” ismi verilmiş.
Ne var ki burada tek yönlü ya da bir bakıma platonik bir aşk var. “Favori” karakter, izleyicinin hayallerini süsleyebilir. Ancak bu etkileşim sadece “fiziksel bir hayranlık” nedeniyle oluşmamıştır; “aşk” değildir tek sebep. Dizi karakterinin becerisi, başarısı, gücü, zenginliği, bilgisi de özdeşim kurmanın nedeni olabilir.
Batman’la güçlü olan izleyici, Aşkı Memnu’daki Adnan Bey ile zengin olur. Ya da Yunus Emre dizisinde kendini Taptuk Emre’de bulurken, Bir Zamanlar Çukurova’da Hünkâr Hanım oluverir.
Kendimizi dizide gibi hissetmek
İzleyici dizi karakterini hem bir rol model hem de bir arkadaş olarak görür. Onunla konuşur, onu hayal eder, ondan öğrenir ve nihayetinde kendini onda bularak daha mutlu olur. Bir sonraki hafta yayınlanacak dizi saatini beklerken gerçek bir hayat hikâyesi gibi kahramanı düşünür ve kötü bir durumdaysa onun için üzülür ve dua eder. Yeni bölümün senaryosunu artık izleyici yazar. “Şöyle olmalı, bunu bulmalı ve böyle yapmalı.” der. Literatürde buna da bilişsel katılım adı verilmiş. Aslında birçoğumuz böyle davranabiliyoruz. Film ya da dizi seyrederken “Hadi git söyle ona. Şunu yap; koş.” derken bulmuyor muyuz bazen kendimizi?
Bunun bir diğer biçimine de “davranışsal katılım” ismi verilmiş. Davranışsal katılımda izleyici kendini sanki dizinin içinde gibi hisseder. Kahramana cevap verir, onunla koşturur ve gerektiğinde ona yardım eder. Tabii daha çok onunla kalmaktan mutlu olur. Sonra diziyi seyreden arkadaşlarıyla, tanıdıklarıyla buluşur ve karakterler ve yapıp-ettikleri hakkında uzun uzun konuşur.
Dizideki favori karakter ölürse
Peki, dizide özdeşim kurulan karakter ölünce ne oluyor?
O zaman da “parasosyal ayrılık” gerçekleşiyor. Bu ayrılığın acısı da karaktere karşı duyulan sevgi kadar oluyor. Müslüm Gürses’in o meşhur şarkısındaki gibi yani. “Herkesin acısı sevgisi kadar.” Acı büyüdükçe tepkiler de çok büyüyebiliyor. Dizi setini basanlar, sokakta dizideki herhangi bir rol sahibine saldırmalar ve sosyal medya aracılığıyla yöneltilen sert eleştiriler yine parasosyal ayrılığın oluşturduğu derin yara ile ilgili. Hatırlayın. Kurtlar Vadisi dizisinde Çakır karakterinin ölümünden sonra gıyabi cenaze namazı kılanlar vardı. Tabii bir de Aşkı Memnu’daki Bihter için mezar taşı yaptırıp ölüm yıl dönümlerinde onu ziyaret edenleri de unutmamak lazım.
Söz konusu kavramları sosyal medya kullanımları üzerinden de değerlendirmek mümkün. Faraza hesap sahipleri kendilerini fenomenlerle özdeşleştirebiliyorlar zaman zaman. Ünlü ve çok takipçisi olan sosyal medya fenomenleriyle; Instagram reels’leri, Snapchat paylaşımları ya da Youtube videoları sayesinde bağlantı kurabiliyorlar. Mesela, fenomenin paylaştığı kıyafeti kendi giymiş gibi hayal ediyor ya da fenomenin evinden yaptığı paylaşımla kısa bir süreliğine onun evinde yaşıyor gibi hissedebiliyor.
Peki, sosyal medyada parasosyal ayrılık gerçekleşiyor mu? Elbette.
Fenomen bir anda hesabını kapatabilir, takipçiyi bloklayabilir ya da gerçekten ölebilir. İşte o zaman sosyal medya ayrılığı gerçekleşiyor ki kimi zaman bu ayrılığın acısı da dizi ayrılığı kadar yıkıcı olabilir.
Dizi seyretmeli mi seyretmemeli mi?
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda, ne yapmalı? Dizi seyretmemeli mi?
Yo, seyredeceğiz. Eğleneceğiz ve kendimizi bazen o sahneler ve görüntüler içinde kaybedeceğiz. Hepimizin bazen kaçmalara, kaybolmalara ihtiyacı olur. Ancak bunu bir bağımlılık haline getirmemeliyiz. Depresyondaysak, uyku da bize iyi gelebilir ama unutmamak gerekir ki ancak kısa bir süreliğine bizi kederimizden kurtarabilir. Daha gerçekçi ve kalıcı çözümler aramalıyız.
Tabii ki her zaman kederli olduğumuz için uyumayız ya da film seyretmeyiz. Sadece bize daha iyi geldiği için dizilerde kendimizi bulabiliriz. Bunda da hiçbir sorun yok. Fakat varlığımızı dizi izlemek üzerine inşa etmemeliyiz. Dizinin de oradaki olay örgüsünün de bir kurgudan ibaret olduğunun farkında olmalıyız. Evet, bazı hikâyeler gerçek hayattan uyarlanma şeklinde karşımıza çıkıyor. Ama aklımızdan çıkarmamamız gereken bir husus var. Her hikâyenin her anlatımında yeni katkılar vardır. Anlatıcı kendinden bir şeyler ekler ve örüntüyü bazen tamamen başkalaştırır. O nedenle bize iyi gelecek daha anlamlı uğraşılar edinmeli ve hayatımıza gerçekten mana katacak aktiviteler edinmeliyiz. Diziler hayatımızın merkezinde olmamalı yani. Sadece eğlenmek için bir alternatif olarak orada, ekranda bizi beklemeli.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Haziran 2022’de yayımlanmıştır.