Fikir Turu’nda ağustos: Yaz sonu öngörüleri

Depremden doğal gaz merkezli enerji öngörülerine, günlük hayatımızdaki hızlı değişimlerden pandeminin yeni etkilerine, geleceğe ilişkin haberlerden yeni endişelere, affetmenin erdeminden can sıkıntısının analizine kadar pek çok konuda farklı makalelerle ağustos ayında Fikir Turu.

Fikir Turu’nda ağustos ayının ilk yazısı enerji üzerineydi. Konuya son derece hakim akademisyen Doç. Dr. Tolga Demiryol Türkiye’nin doğal gaz ithalatında Rusya’nın payı azalırken ABD’nin payının hızla artışını ele alan yazısında, bu gelişmenin Türkiye ekonomisi ve dış politikası açısından anlamını, arz çeşitliliğinin yarattığı fırsat ve risklere ilişkin öngörülerini etraflıca anlatıyordu. Ayın sonlarına doğru açıklanan Karadeniz’de gaz keşfi haberi yeniden bu konuyu ele almamıza sebep oldu. Araştırmacı Emin Emrah Danış Tuna-1 kuyusunda keşfedilen doğal gaz rezervinin 320 milyar metreküpün çok daha ötesinde bir anlama ve öneme sahip olduğu tezini savunuyor, Türkiye’nin bu keşfin etkisini sadece ekonomide değil, pek çok farklı alanda göreceğini kuvvetli argümanlarla değerlendiriyordu.

Her ağustos ayında hatırladığımız ama maalesef, üstelik büyük bir İstanbul depremi öngörülmesine rağmen, yaşadığımız acı deneyimden pek fazla ders almadığımız 17 Ağustos tabii ki bize yine depremi düşündürdü. Deniz jeolojisi ve tektonik konusunda yıllardır araştırmalar yapan bilim insanı Prof. Dr. Cenk Yaltırak ise Fikir Turu için çok okunan bir makale yazdı. Yaltırak, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu deprem senaryolarını, deprem tehlikesini tespit etmek için hangi yeni verilerden faydalanmak gerektiğini, daha güncel deprem senaryolarının nasıl ortaya konabileceğini ve belki de en önemlisi en güncel teknikler kullanılarak yapılmış yeni bir araştırmayı ve düşündürücü sonuçlarını anlattı.

Bir başka öngörümüz ise Beyrut hakkındaydı. 4 Ağustos’ta şehrin çok büyük bir bölümünü etkileyen dev patlamadan sadece bir gün önce, zaten ekonomik çöküntü, siyasal istikrarsızlık içinde yaşarken bir de pandeminin vurduğu Lübnan’daki durumu çok etkili bir şekilde anlatan ve New York Times’da yayımlanan “Biz Lübnanlılar her badireyi atlatırız diye düşündük, yanıldık!” başlıklı makalenin önemli bölümlerini çevirmeye karar vermiştik. Lübnanlı yazar ve çevirmen Lina Mounzer yazısında, yıllarca süren iç savaşa, İsrail saldırılarına, suikastlarla içine yuvarlandıkları kaoslara rağmen ayakta kalmayı başaran ve bununla gurur duyan Lübnanlıların ‘dirençli olma’ özelliklerini kaybetmeye başladıklarını anlatıyordu.

300 bin insanın evsiz kaldığı korkunç patlamadan sonra Beyrut’taki hasarı ve kamu yönetimi işlevsiz olduğu için şehri bireysel çabalarıyla temizlemeye çalışan Beyrutlulara gerçekten yardım etmenin yolunu, kentin nasıl toparlanması gerektiğini, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden dört öğretim üyesi detaylarıyla anlatıyordu. Beyrut hakkında yazılanlara bu çevirimizle derinlik katmak istedik. 1980’lerde The New York Times’ın Beyrut ve Kudüs bürolarında çalışmış, Ortadoğu’yu yakından tanıyan Amerikalı yazar Thomas Friedman bizim ‘herkes için Lübnan dersleri’ başlığıyla çevirdiğimiz yazısında, Amerika’nın popülist Trump yönetimi altında nasıl Lübnan ve Ortadoğu’yla giderek benzeştiğini öne sürüyor ve aslında kutuplaşmanın arttığı her yerin kamu yararının anlamının unutulduğu Lübnan’a benzemeye başladığı yorumunu yapıyordu.

Günlük hayatımızdaki değişimin izleri

Günlük hayatımızı ve iş yaşamımızı etkileyen değişimlerin de izini sürmeye çalıştık. Evden çalışma düzenine geçiş de onlardan biri… ABD merkezli bir danışmanlık şirketinin araştırma sonuçlarına göre, pandemi öncesi %14 olan uzaktan çalışma oranı pandemi ile %68’e yükseldi. Son olarak kamuda da esnek çalışma sisteminin tercih edileceği açıklandı. Ancak bu yeni durum beraberinde bazı endişeleri de getiriyor. Alim Erginoğlu “Evden Çalışma: Daha çok özgürlük mü, sürekli gözetim mi?” başlıklı yazısında, ‘işverenimiz bizi gözetliyor mu? Bunu hangi araçlarla yapıyor?’ gibi çok önemli ve düşündürücü sorulara yanıt aradı. Hemen akabinde radarımıza takılan ve kapsamlı bir gazetecilik çalışması olan “Çalışma hayatı geri dönülmez bir biçimde değişiyor mu?” başlıklı makale ABD’ye dair çok çarpıcı verileri paylaşıyordu. Özetleyerek çevirdiğimiz metinde, ABD’de yapılan bir anket, pandemide işini evine taşıyan her beş çalışandan birinin ofise geri dönmeyi düşünmediği bilgisini verilirken, uzaktan çalışmadaki artışın emek gücünde, ekonomide ve hatta politikada köklü değişikliklere yol açabileceği de örneklerle anlatılıyordu.

Fikir Turu’nda ilk günden beri yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de, kamuoyunu meşgul eden tartışmalar hakkında aydınlatıcı ve derinlikli bilgi sunmak. Bu amaca hizmet ettiğini düşündüğümüz makalelerden biri de, yıllardır gençlik hakkında çalışmalar yapan sosyolog Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün “Kuşakları anlatmaya harfler yeter mi?” başlıklı yazısıydı. Prof. Lüküslü sürekli Y kuşağı, Z kuşağı yorumları yapılırken gençliği tanımlamak için bu tarz genellemelerin doğruluğunu tartıştı, “Bir kuşağı ne kuşak yapar? Aynı yaş grubu neden kimine göre umut, kimine göre tehlikeli?” sorularına yanıt ararken de gençleri anlamanın yolunu gösterdi, tabii anlamak isteyenlere…

Pandeminin ağustos izleri

Yakında hepimizin hayatını etkilemesi muhtemel bir başka gelişmeyi ise sağlık ekonomisti Doç. Dr. İlker Daştan “Sağlık sistemlerini bekleyen büyük kriz” başlıklı yazısında anlattı. Pandemi özel hastaneleri çok ciddi bir ekonomik krizin eşiğine getirdi. Hem de dünyanın her yerinde. Mesela mart-haziran ayları arasında Amerika hastaneleri için krizin mali kayıplarının 200 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin milli gelirinin neredeyse dörtte birine eşit! Hollanda, Güney Kore, Japonya, ABD ve Almanya gibi gelişmiş bazı ülkelerde özel/özerk hastane oranları %80’lerin üzerinde. Daştan, Türkiye dahil özel sağlık sektörünü bekleyen krizin boyutlarını, devletlerin bu krizi kontrol altına almak için yapabileceklerini, Almanya’dan İsviçre’ye alınan tedbirleri anlattı.

Pandemi dönemi çeşitli sektörleri ekonomik darboğaza sokarken, uluslararası politika alanında farklı krizlerin kapısını açtı. 13 Ağustos’ta ABD, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’in ortak bir açıklamayla BAE – İsrail ilişkilerinin normalleşeceğini açıklaması da bu krizlerden biriydi. Pek çoklarına İsrail’in bir Arap ülkesiyle bir anlaşma yapması çok sürpriz geldi, “tarihî anlaşma” yorumları yapıldı. Oysa süreci yakından izleyenler için durum pek de şaşırtıcı değildi. Körfez Bölgesi üzerine çalışmalar yapan Feyza Gümüşlüoğlu da “BAE – İsrail normalleşmesi neden çok normal?” başlıklı yazısında, bu anlaşmanın tarihî arka planını, hangi çıkarların iki ülkeyi süreç içinde nasıl yakınlaştırdığını ve şaşırtmayan normalleşmenin neden şimdi geldiğini yazdı.

Yine bölgeyi çok yakından takip eden, Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç kitabı bulunan İngiliz gazeteci Jonathan Cook Middle East Eye sitesinde “Düzmece barış endüstrisi canlanıyor” başlıklı makalesinde, anlaşmanın gerçekte neyi hedeflediğini, Trump ve Netanyahu’nun bu anlaşmadan ne kazandığını, kaleme aldı. Biz de önemli bölümlerin çevirisini okurlarımızla paylaştık. Bu konuda yapılan bir diğer yorum ise farklı bir perspektifi yansıtıyordu, bu nedenle de Foreign Policy dergisinde Ortadoğu alanında danışman, yazar, yorumcu ve ABD-Libya İş Adamları Derneği eski icra direktörü Jason Pack imzasıyla yayımlanan “İsrail-BAE Anlaşması Libya’ya Barış Getirmeyip Savaşı Uzatacak” makalesini özetleyerek dikkatinize sunduk.

Libya ve Doğu Akdeniz gelişmeleri

Libya, son aylarda dış politika tartışmalarının odağına yerleşti, adeta büyük küçük pek çok aktörün rekabetinde Suriye’nin yerini aldı. Avrupa Birliği ise Libya’da çok etkin bir rol üstlenemedi, etkili bir politika izleyemedi. Doç. Dr. Sinem Ünaldılar Kocamaz ise “Avrupa’nın zor sınavı: Libya” başlıklı makalesinde, bu “ortak politika üretememe” halinin sebeplerini anlamamızı sağladı; Birlik’te Libya konusunda ayrışan çıkarları, özellikle Fransa ve İtalya arasındaki çıkar çatışmasını ve AB’yi Libya konusunda sahada etkin kılacak yol haritasını anlattı.

Libya konusundaki çalışmaları, araştırmalarıyla dikkat çeken Nebahat Tanrıverdi Yaşar ise, ağustos ayının başlarında, Libya’da Mısır ve Türkiye arasındaki gerginliğin olası sonuçlarını ve Kahire’nin Libya politikasını yazmıştı. Bir süre sonra Libya’dan ateşkes haberi geldi ve gerginlik en azından bir süreliğine rafa kalktı. Ancak Libya’nın da bir parçası olduğu bir diğer konu Türkiye’nin son dönemde başını en çok ağrıtan meselelerin başında geliyor: Doğu Akdeniz. Emekli büyükelçi Daryal Batıbay da engin tecrübesiyle Yunanistan ile deniz yetki alanları konusunda yaşanan gerginliğin nasıl çözülebileceğini, Türkiye’nin akıllı diplomasiyle Doğu Akdeniz’de meşru çıkarlarını korumak için hangi adımları atması gerektiğini Fikir Turu için kaleme aldı.

Tabii dünyanın farklı bölgelerinden de gerginlik haberleri gelmeye devam etti. Mesela ağustosun ilk günlerinde ABD – Çin rekabeti iki ülkenin karşılıklı konsolosluklarını kapatmaları ve farklı adımlarla diplomatik krize doğru evrilmeye başlamıştı. Yıllardır bu konu üzerine çalışan Prof. Dr. Ragıp Kutay Karaca çoğu analizdeki gibi konuyu bugün üzerinden değerlendirmek yerine geçmişe ışık tuttu ve ABD’nin adeta kendi düşmanını yarattığını tarihsel bir perspektifle anlattı.

Ağustos ortalarında ise Belarus’taki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yaşanan gerginlikler gündeme oturdu. Rusya üzerine çalışmalarıyla bilinen Dr. Orhan Gafarlı ise ülkede yaşananların arka planını daha iyi anlamamızı mümkün kıldı. “Belarus’ta demokrasi baharı mı yaşanıyor?” başlıklı yazısında, Belarus’un Batı ve Rusya için önemini ve ülkenin geleceğine ilişkin üç senaryoyu da anlattı.

Ağustos ayında geleceğin izleri

Dünya gündemi yeniden artan koronavirüs vakaları, çatışmalar, gerginlikler ve krizlerle doluyken aslında çok önemli ve umut veren gelişmeler de oldu; yaptığımız çevirilerle hem farklı coğrafyaların nabzını tutmaya hem de gözümüzden kaçanlara hatırlatmaya çalıştık. Bir süre önce insanoğlunun uzay macerasında bir ilk gerçekleşti ve iş insanı Elon Musk’ın şirketi Space X’in uzaya gönderdiği NASA astronotları Dünya’ya geri döndü. Böylece Space X uzaya insan gönderen ilk özel şirket oldu. Hızla gelişen uzay çalışmaları uzay ekonomisini de oluşturmaya başlıyor. “Uzay ekonomisi geliyor” başlıklı yazımız sayesinde, uzay ekonomisinin boyutlarını, geçmesi beklenen dört aşamayı, getiri ve risklerini, uzay madenciliği başta olmak üzere hangi sektörlerin uzaya taşınabileceğini öğrendik.

Son günlerde kişisel servetinin 200 milyar doları – 150 ülkenin milli gelirinden fazla – olması sebebiyle gündemde olan Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un bu aşamaya nasıl geldiğine de yine yayımladığımız bir çeviriyle ışık tuttuk. Trump’ın tekelcilik iddiaları üzerine Amazon, Apple, Facebook ve Google’ın tepe yöneticileri Temsilciler Meclisinin Adalet Komisyonuna ifade verdi. Biz de “Jeff Bezos neden dünyanın en zengin insanı?” başlıklı yazıda, Bezos’un şirketini ve politikalarını anlattığı ABD Kongresine verdiği ifadenin önemli bölümlerini yayımladık.

Biz kadınların, dünyanın her yerinde kamusal alanda daha etkin ve görünür olması gerektiğine inanıyoruz. ABD tarihinde ilk kez bir kadının başkan yardımcısı adayı ilan edilmesi bu anlamda dikkat çekici bir gelişmeydi. Cemal Tunçdemir de Demokrat Partinin başkan yardımcısı adayı Kamala Harris’in mücadele dolu yaşamını, Trump’ın temsil ettiği değerlerin tam aksini sembolize eden duruşunu yazdı.

Geleceğe yönelik endişeler

Gelecek için endişeye yol açan konuları da dikkatinize getirmeye çalıştık.
Bunlardan biri de Almanya’daki aşırı sağcı Neo-Nazi çeteleri hakkındaydı. Temmuz ayında yargı önüne çıkarılan ve Almanya’da büyük bir katliam planladıkları anlaşılan örgüt hakkında New York Times’ın Berlin Büro Şefi Katrin Bennhold, grubun bazı üyeleriyle defalarca görüşerek, sorunun boyutunu ortaya çıkaran çok kapsamlı bir analiz kaleme aldı. Neo-Nazilerin Avrupa’nın en güçlü devletinin tüm kurumlarına sızmış olma ihtimalini ciddiye alınır kanıtlarla ortaya koyan yazının bazı bölümlerini Fikir Turu okurları için çevirdik.

Alarm zilleri çaldıran başka bir konuda IŞİD’in form değiştirmiş haliyle yeniden önemli bir tehdit olarak ortaya çıkma ihtimali. IŞİD yeniden toparlanma sürecinde nasıl davranıyor, ne gibi bir kapasite geliştiriyor, COVID-19 salgınından nasıl faydalanıyor, gibi soruların cevaplarını Dr. Göktuğ Sönmez, ‘IŞİD 2.0 geliyor mu?’ başlıklı yazısında ele aldı.

Öteden beri devam eden ve şimdilik çözümsüz gibi duran başka bir sorun olan göç sorununu, küreselleşme ve ulus devletlere etkisi çerçevesinden ele alan ve çözüm için de nasıl bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuzu anlatan yazıyı Büyükelçi Mehmet Niyazi Tanılır’ın kaleminden okuduk.

Günlük ve anlık hallerimiz

Fikir Turu’nda iç dünyamıza ilişkin yazıları da yeri geldikçe dikkatinize sunmayı seviyoruz. Bu ay da yol açtığımız ya da mağduru olduğumuz acıları nasıl affedebileceğimize ilişkin bir yazıyı sizinle paylaştık. Zaman zaman hepimizi saran can sıkıntısı da ele aldığımız başka bir duygu dünyası yazımızdı. Can sıkıntısı nasıl ölçülür, nelere yol açar, ne zaman yoğunlaşır, çeşitleri nelerdir, nasıl giderilir? Sorularına yanıt arayan çeviri yazıyı dikkatinize sunduk.

Sağlıklı, canınızın az sıkılacağı, sonbahara yeni ve güzel başlangıçlarla merhaba diyeceğiniz, umutlarınızın kaygılarınızdan fazla olacağı bir eylül dileriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ağustos 2020’de yayımlanmıştır.

Semin Gümüşel Güner
Semin Gümüşel Güner
Semin Gümüşel - İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’nden sonra Galatasaray Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1996’da Siyaset Meydanı programında başladı, ardından Aktüel, Nokta ve Newsweek Türkiye dergilerinde, Al Jazeera Türk’te ve Habertürk’te çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Fikir Turu’nda ağustos: Yaz sonu öngörüleri

Depremden doğal gaz merkezli enerji öngörülerine, günlük hayatımızdaki hızlı değişimlerden pandeminin yeni etkilerine, geleceğe ilişkin haberlerden yeni endişelere, affetmenin erdeminden can sıkıntısının analizine kadar pek çok konuda farklı makalelerle ağustos ayında Fikir Turu.

Fikir Turu’nda ağustos ayının ilk yazısı enerji üzerineydi. Konuya son derece hakim akademisyen Doç. Dr. Tolga Demiryol Türkiye’nin doğal gaz ithalatında Rusya’nın payı azalırken ABD’nin payının hızla artışını ele alan yazısında, bu gelişmenin Türkiye ekonomisi ve dış politikası açısından anlamını, arz çeşitliliğinin yarattığı fırsat ve risklere ilişkin öngörülerini etraflıca anlatıyordu. Ayın sonlarına doğru açıklanan Karadeniz’de gaz keşfi haberi yeniden bu konuyu ele almamıza sebep oldu. Araştırmacı Emin Emrah Danış Tuna-1 kuyusunda keşfedilen doğal gaz rezervinin 320 milyar metreküpün çok daha ötesinde bir anlama ve öneme sahip olduğu tezini savunuyor, Türkiye’nin bu keşfin etkisini sadece ekonomide değil, pek çok farklı alanda göreceğini kuvvetli argümanlarla değerlendiriyordu.

Her ağustos ayında hatırladığımız ama maalesef, üstelik büyük bir İstanbul depremi öngörülmesine rağmen, yaşadığımız acı deneyimden pek fazla ders almadığımız 17 Ağustos tabii ki bize yine depremi düşündürdü. Deniz jeolojisi ve tektonik konusunda yıllardır araştırmalar yapan bilim insanı Prof. Dr. Cenk Yaltırak ise Fikir Turu için çok okunan bir makale yazdı. Yaltırak, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu deprem senaryolarını, deprem tehlikesini tespit etmek için hangi yeni verilerden faydalanmak gerektiğini, daha güncel deprem senaryolarının nasıl ortaya konabileceğini ve belki de en önemlisi en güncel teknikler kullanılarak yapılmış yeni bir araştırmayı ve düşündürücü sonuçlarını anlattı.

Bir başka öngörümüz ise Beyrut hakkındaydı. 4 Ağustos’ta şehrin çok büyük bir bölümünü etkileyen dev patlamadan sadece bir gün önce, zaten ekonomik çöküntü, siyasal istikrarsızlık içinde yaşarken bir de pandeminin vurduğu Lübnan’daki durumu çok etkili bir şekilde anlatan ve New York Times’da yayımlanan “Biz Lübnanlılar her badireyi atlatırız diye düşündük, yanıldık!” başlıklı makalenin önemli bölümlerini çevirmeye karar vermiştik. Lübnanlı yazar ve çevirmen Lina Mounzer yazısında, yıllarca süren iç savaşa, İsrail saldırılarına, suikastlarla içine yuvarlandıkları kaoslara rağmen ayakta kalmayı başaran ve bununla gurur duyan Lübnanlıların ‘dirençli olma’ özelliklerini kaybetmeye başladıklarını anlatıyordu.

300 bin insanın evsiz kaldığı korkunç patlamadan sonra Beyrut’taki hasarı ve kamu yönetimi işlevsiz olduğu için şehri bireysel çabalarıyla temizlemeye çalışan Beyrutlulara gerçekten yardım etmenin yolunu, kentin nasıl toparlanması gerektiğini, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden dört öğretim üyesi detaylarıyla anlatıyordu. Beyrut hakkında yazılanlara bu çevirimizle derinlik katmak istedik. 1980’lerde The New York Times’ın Beyrut ve Kudüs bürolarında çalışmış, Ortadoğu’yu yakından tanıyan Amerikalı yazar Thomas Friedman bizim ‘herkes için Lübnan dersleri’ başlığıyla çevirdiğimiz yazısında, Amerika’nın popülist Trump yönetimi altında nasıl Lübnan ve Ortadoğu’yla giderek benzeştiğini öne sürüyor ve aslında kutuplaşmanın arttığı her yerin kamu yararının anlamının unutulduğu Lübnan’a benzemeye başladığı yorumunu yapıyordu.

Günlük hayatımızdaki değişimin izleri

Günlük hayatımızı ve iş yaşamımızı etkileyen değişimlerin de izini sürmeye çalıştık. Evden çalışma düzenine geçiş de onlardan biri… ABD merkezli bir danışmanlık şirketinin araştırma sonuçlarına göre, pandemi öncesi %14 olan uzaktan çalışma oranı pandemi ile %68’e yükseldi. Son olarak kamuda da esnek çalışma sisteminin tercih edileceği açıklandı. Ancak bu yeni durum beraberinde bazı endişeleri de getiriyor. Alim Erginoğlu “Evden Çalışma: Daha çok özgürlük mü, sürekli gözetim mi?” başlıklı yazısında, ‘işverenimiz bizi gözetliyor mu? Bunu hangi araçlarla yapıyor?’ gibi çok önemli ve düşündürücü sorulara yanıt aradı. Hemen akabinde radarımıza takılan ve kapsamlı bir gazetecilik çalışması olan “Çalışma hayatı geri dönülmez bir biçimde değişiyor mu?” başlıklı makale ABD’ye dair çok çarpıcı verileri paylaşıyordu. Özetleyerek çevirdiğimiz metinde, ABD’de yapılan bir anket, pandemide işini evine taşıyan her beş çalışandan birinin ofise geri dönmeyi düşünmediği bilgisini verilirken, uzaktan çalışmadaki artışın emek gücünde, ekonomide ve hatta politikada köklü değişikliklere yol açabileceği de örneklerle anlatılıyordu.

Fikir Turu’nda ilk günden beri yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de, kamuoyunu meşgul eden tartışmalar hakkında aydınlatıcı ve derinlikli bilgi sunmak. Bu amaca hizmet ettiğini düşündüğümüz makalelerden biri de, yıllardır gençlik hakkında çalışmalar yapan sosyolog Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün “Kuşakları anlatmaya harfler yeter mi?” başlıklı yazısıydı. Prof. Lüküslü sürekli Y kuşağı, Z kuşağı yorumları yapılırken gençliği tanımlamak için bu tarz genellemelerin doğruluğunu tartıştı, “Bir kuşağı ne kuşak yapar? Aynı yaş grubu neden kimine göre umut, kimine göre tehlikeli?” sorularına yanıt ararken de gençleri anlamanın yolunu gösterdi, tabii anlamak isteyenlere…

Pandeminin ağustos izleri

Yakında hepimizin hayatını etkilemesi muhtemel bir başka gelişmeyi ise sağlık ekonomisti Doç. Dr. İlker Daştan “Sağlık sistemlerini bekleyen büyük kriz” başlıklı yazısında anlattı. Pandemi özel hastaneleri çok ciddi bir ekonomik krizin eşiğine getirdi. Hem de dünyanın her yerinde. Mesela mart-haziran ayları arasında Amerika hastaneleri için krizin mali kayıplarının 200 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin milli gelirinin neredeyse dörtte birine eşit! Hollanda, Güney Kore, Japonya, ABD ve Almanya gibi gelişmiş bazı ülkelerde özel/özerk hastane oranları %80’lerin üzerinde. Daştan, Türkiye dahil özel sağlık sektörünü bekleyen krizin boyutlarını, devletlerin bu krizi kontrol altına almak için yapabileceklerini, Almanya’dan İsviçre’ye alınan tedbirleri anlattı.

Pandemi dönemi çeşitli sektörleri ekonomik darboğaza sokarken, uluslararası politika alanında farklı krizlerin kapısını açtı. 13 Ağustos’ta ABD, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’in ortak bir açıklamayla BAE – İsrail ilişkilerinin normalleşeceğini açıklaması da bu krizlerden biriydi. Pek çoklarına İsrail’in bir Arap ülkesiyle bir anlaşma yapması çok sürpriz geldi, “tarihî anlaşma” yorumları yapıldı. Oysa süreci yakından izleyenler için durum pek de şaşırtıcı değildi. Körfez Bölgesi üzerine çalışmalar yapan Feyza Gümüşlüoğlu da “BAE – İsrail normalleşmesi neden çok normal?” başlıklı yazısında, bu anlaşmanın tarihî arka planını, hangi çıkarların iki ülkeyi süreç içinde nasıl yakınlaştırdığını ve şaşırtmayan normalleşmenin neden şimdi geldiğini yazdı.

Yine bölgeyi çok yakından takip eden, Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç kitabı bulunan İngiliz gazeteci Jonathan Cook Middle East Eye sitesinde “Düzmece barış endüstrisi canlanıyor” başlıklı makalesinde, anlaşmanın gerçekte neyi hedeflediğini, Trump ve Netanyahu’nun bu anlaşmadan ne kazandığını, kaleme aldı. Biz de önemli bölümlerin çevirisini okurlarımızla paylaştık. Bu konuda yapılan bir diğer yorum ise farklı bir perspektifi yansıtıyordu, bu nedenle de Foreign Policy dergisinde Ortadoğu alanında danışman, yazar, yorumcu ve ABD-Libya İş Adamları Derneği eski icra direktörü Jason Pack imzasıyla yayımlanan “İsrail-BAE Anlaşması Libya’ya Barış Getirmeyip Savaşı Uzatacak” makalesini özetleyerek dikkatinize sunduk.

Libya ve Doğu Akdeniz gelişmeleri

Libya, son aylarda dış politika tartışmalarının odağına yerleşti, adeta büyük küçük pek çok aktörün rekabetinde Suriye’nin yerini aldı. Avrupa Birliği ise Libya’da çok etkin bir rol üstlenemedi, etkili bir politika izleyemedi. Doç. Dr. Sinem Ünaldılar Kocamaz ise “Avrupa’nın zor sınavı: Libya” başlıklı makalesinde, bu “ortak politika üretememe” halinin sebeplerini anlamamızı sağladı; Birlik’te Libya konusunda ayrışan çıkarları, özellikle Fransa ve İtalya arasındaki çıkar çatışmasını ve AB’yi Libya konusunda sahada etkin kılacak yol haritasını anlattı.

Libya konusundaki çalışmaları, araştırmalarıyla dikkat çeken Nebahat Tanrıverdi Yaşar ise, ağustos ayının başlarında, Libya’da Mısır ve Türkiye arasındaki gerginliğin olası sonuçlarını ve Kahire’nin Libya politikasını yazmıştı. Bir süre sonra Libya’dan ateşkes haberi geldi ve gerginlik en azından bir süreliğine rafa kalktı. Ancak Libya’nın da bir parçası olduğu bir diğer konu Türkiye’nin son dönemde başını en çok ağrıtan meselelerin başında geliyor: Doğu Akdeniz. Emekli büyükelçi Daryal Batıbay da engin tecrübesiyle Yunanistan ile deniz yetki alanları konusunda yaşanan gerginliğin nasıl çözülebileceğini, Türkiye’nin akıllı diplomasiyle Doğu Akdeniz’de meşru çıkarlarını korumak için hangi adımları atması gerektiğini Fikir Turu için kaleme aldı.

Tabii dünyanın farklı bölgelerinden de gerginlik haberleri gelmeye devam etti. Mesela ağustosun ilk günlerinde ABD – Çin rekabeti iki ülkenin karşılıklı konsolosluklarını kapatmaları ve farklı adımlarla diplomatik krize doğru evrilmeye başlamıştı. Yıllardır bu konu üzerine çalışan Prof. Dr. Ragıp Kutay Karaca çoğu analizdeki gibi konuyu bugün üzerinden değerlendirmek yerine geçmişe ışık tuttu ve ABD’nin adeta kendi düşmanını yarattığını tarihsel bir perspektifle anlattı.

Ağustos ortalarında ise Belarus’taki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yaşanan gerginlikler gündeme oturdu. Rusya üzerine çalışmalarıyla bilinen Dr. Orhan Gafarlı ise ülkede yaşananların arka planını daha iyi anlamamızı mümkün kıldı. “Belarus’ta demokrasi baharı mı yaşanıyor?” başlıklı yazısında, Belarus’un Batı ve Rusya için önemini ve ülkenin geleceğine ilişkin üç senaryoyu da anlattı.

Ağustos ayında geleceğin izleri

Dünya gündemi yeniden artan koronavirüs vakaları, çatışmalar, gerginlikler ve krizlerle doluyken aslında çok önemli ve umut veren gelişmeler de oldu; yaptığımız çevirilerle hem farklı coğrafyaların nabzını tutmaya hem de gözümüzden kaçanlara hatırlatmaya çalıştık. Bir süre önce insanoğlunun uzay macerasında bir ilk gerçekleşti ve iş insanı Elon Musk’ın şirketi Space X’in uzaya gönderdiği NASA astronotları Dünya’ya geri döndü. Böylece Space X uzaya insan gönderen ilk özel şirket oldu. Hızla gelişen uzay çalışmaları uzay ekonomisini de oluşturmaya başlıyor. “Uzay ekonomisi geliyor” başlıklı yazımız sayesinde, uzay ekonomisinin boyutlarını, geçmesi beklenen dört aşamayı, getiri ve risklerini, uzay madenciliği başta olmak üzere hangi sektörlerin uzaya taşınabileceğini öğrendik.

Son günlerde kişisel servetinin 200 milyar doları – 150 ülkenin milli gelirinden fazla – olması sebebiyle gündemde olan Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un bu aşamaya nasıl geldiğine de yine yayımladığımız bir çeviriyle ışık tuttuk. Trump’ın tekelcilik iddiaları üzerine Amazon, Apple, Facebook ve Google’ın tepe yöneticileri Temsilciler Meclisinin Adalet Komisyonuna ifade verdi. Biz de “Jeff Bezos neden dünyanın en zengin insanı?” başlıklı yazıda, Bezos’un şirketini ve politikalarını anlattığı ABD Kongresine verdiği ifadenin önemli bölümlerini yayımladık.

Biz kadınların, dünyanın her yerinde kamusal alanda daha etkin ve görünür olması gerektiğine inanıyoruz. ABD tarihinde ilk kez bir kadının başkan yardımcısı adayı ilan edilmesi bu anlamda dikkat çekici bir gelişmeydi. Cemal Tunçdemir de Demokrat Partinin başkan yardımcısı adayı Kamala Harris’in mücadele dolu yaşamını, Trump’ın temsil ettiği değerlerin tam aksini sembolize eden duruşunu yazdı.

Geleceğe yönelik endişeler

Gelecek için endişeye yol açan konuları da dikkatinize getirmeye çalıştık.
Bunlardan biri de Almanya’daki aşırı sağcı Neo-Nazi çeteleri hakkındaydı. Temmuz ayında yargı önüne çıkarılan ve Almanya’da büyük bir katliam planladıkları anlaşılan örgüt hakkında New York Times’ın Berlin Büro Şefi Katrin Bennhold, grubun bazı üyeleriyle defalarca görüşerek, sorunun boyutunu ortaya çıkaran çok kapsamlı bir analiz kaleme aldı. Neo-Nazilerin Avrupa’nın en güçlü devletinin tüm kurumlarına sızmış olma ihtimalini ciddiye alınır kanıtlarla ortaya koyan yazının bazı bölümlerini Fikir Turu okurları için çevirdik.

Alarm zilleri çaldıran başka bir konuda IŞİD’in form değiştirmiş haliyle yeniden önemli bir tehdit olarak ortaya çıkma ihtimali. IŞİD yeniden toparlanma sürecinde nasıl davranıyor, ne gibi bir kapasite geliştiriyor, COVID-19 salgınından nasıl faydalanıyor, gibi soruların cevaplarını Dr. Göktuğ Sönmez, ‘IŞİD 2.0 geliyor mu?’ başlıklı yazısında ele aldı.

Öteden beri devam eden ve şimdilik çözümsüz gibi duran başka bir sorun olan göç sorununu, küreselleşme ve ulus devletlere etkisi çerçevesinden ele alan ve çözüm için de nasıl bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuzu anlatan yazıyı Büyükelçi Mehmet Niyazi Tanılır’ın kaleminden okuduk.

Günlük ve anlık hallerimiz

Fikir Turu’nda iç dünyamıza ilişkin yazıları da yeri geldikçe dikkatinize sunmayı seviyoruz. Bu ay da yol açtığımız ya da mağduru olduğumuz acıları nasıl affedebileceğimize ilişkin bir yazıyı sizinle paylaştık. Zaman zaman hepimizi saran can sıkıntısı da ele aldığımız başka bir duygu dünyası yazımızdı. Can sıkıntısı nasıl ölçülür, nelere yol açar, ne zaman yoğunlaşır, çeşitleri nelerdir, nasıl giderilir? Sorularına yanıt arayan çeviri yazıyı dikkatinize sunduk.

Sağlıklı, canınızın az sıkılacağı, sonbahara yeni ve güzel başlangıçlarla merhaba diyeceğiniz, umutlarınızın kaygılarınızdan fazla olacağı bir eylül dileriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ağustos 2020’de yayımlanmıştır.

Semin Gümüşel Güner
Semin Gümüşel Güner
Semin Gümüşel - İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’nden sonra Galatasaray Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1996’da Siyaset Meydanı programında başladı, ardından Aktüel, Nokta ve Newsweek Türkiye dergilerinde, Al Jazeera Türk’te ve Habertürk’te çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x