Pandemi yerküremizle ilgili farkındalığımızı arttırdı. Gezegenin sorunlarının daha fazla göz ardı edilmemesi gerektiğini artık biliyoruz. Elimizdeki tüm imkanlarla iklim krizinden gıdanın geleceğine, bu gidişatı değiştirmek için tedbir alınması gerektiği daha iyi anlaşıldı. Biz de yayınladığımız makale ve çevirilerle geleceğimizi anlamaya, hayal etmeye ve neler yapılması gerektiğine işaret etmeye çalıştık.
Bir fincan kahve için 140 litre su tüketiliyor
Doç. Dr. Derya Dikmen mevcut beslenme sistemimizin ve su tüketimimizin yarattığı devasa bir soruna dikkat çekti: “Bir fincan kahve için 140 litre, 1 bardak çay için 34 litre su harcanıyor. Türkiye 2030’da su fakiri bir ülke olabilir.”
Doç. Dr. Dikmen, 2030 yılında dünyada 700 milyon insan su kıtlığı çekmesinin beklendiğini belirtiyor ve alınacak diğer tedbirlerin yanı sıra beslenme sistemimizi değiştirmemiz gerektiğine değiniyordu:
“Günlük gereksinimleri karşılayan vejetaryen bir diyetin günlük su ayak izi 1.500-2.600 litre arasında, hayvansal kaynaklı protein ve yağ açısından zengin bir diyetin günlük su ayak izi ise 4.000-5.000 litre.
Hayvansal kaynaklı besin üretiminin her aşamasında su fazla miktarlarda kullanılıyor ve bu nedenle de günlük beslenmemizde hayvansal kaynaklı besinler, tarımsal besinlere kıyasla daha yüksek su ayak izine sahip. Etten sağlanan enerji için gerekli su ayak izi, bitkisel kaynaklı (tahıl ve nişastalı vb.) besinlere göre 20 kat daha fazla.”
2021, pandeminin yanı sıra pek çok felaketin de yaşandığı bir yıl oldu. Günlerce söndürülemeyen, sayısız ağacın ve canlının yok olduğu orman yangınları bir kabus gibiydi. Ekolog Prof. Dr. Tuncay Neyişçi, “Orman yangınlarıyla mücadelede neleri değiştirmeliyiz?” başlıklı yazısında, yanlış bildiğimiz pek çok konuda bizleri aydınlattı ve şu sorularımıza yanıt verdi: Son yangınların sebebi sabotaj mı küresel ısınma mı? Yangınlar neden bu kadar büyüdü? Farklı şekillerde müdahale edilebilir miydi? Ormanlarımız neden yangına dirençli değil? Yangını yönetmek mümkün mü? Yanan bölgeler hemen ağaçlandırılmalı mı?
Balık yemek gelecekte hayal olabilir
Yangınların etkisi sürerken, Birleşmiş Milletler eski Gıda Hakkı Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver ise yine iklim değişikliği kaynaklı bir diğer krize dikkat çekti:
“İklim değişikliği yalnızca selleri ve orman yangınlarını artırmıyor, gıda krizini de tetikliyor. Her derece yükselişinde buğday, mısır ve tahıllar da azalıyor. BM İklim Değişikliği Raporu ana gıdalardan mısır, pirinç, buğday ve tahıl grubunun tümünün yükselen sıcaklıklardan en çok etkilenen gruplar olacağını, Türkiye’nin de iklim değişikliklerden en olumsuz etkilenen Akdeniz Bölgesi’nde olması nedeniyle de daha ciddi sorunlarla karşılaşılacağını gösteriyor. Dünya üzerindeki hemen herkesi etkileyecek bu felaketi önlemek için hâlâ yapılabilecekler var. “
Prof. Elver, yazısında aşırı tüketim ve endüstriyel balıkçılık nedeniyle zaten %50 civarında azalan deniz ürünlerinin deniz ekosistemindeki asitlenme sebebiyle daha da azalacağı ve deniz ürünlerinin geri dönülmez biçimde etkileneceğini de belirtiliyordu.
Sıfır atık hayatımıza nasıl girer?
2021’de yaşadığımız neredeyse tüm doğa olayları uyarı niteliğindeydi, doğa sanki bize “Bana iyi davran” mesajı veriyordu. Ama büyük devletler, sanayi sera gazı salımlarından sorumluyken ve neredeyse hiçbir şey yapmazken, bireysel olarak bizler ne yapabilirdik? Greenpeace’ten Burcu Ünal Kurban, bu konuda bireyleri cesaretlendiriyordu:
“Bu konuda bireysel olarak yapabileceklerimizi de küçümsememeliyiz. Gündelik hayatımızda yapacağımız küçük değişiklikler büyük fayda sağlayabilir. Örneğin, eğer dünyada 10 milyon kişi bir günde “Benim bir pipet kullanmamam ne işe yarar, nasıl bir fark yaratabilir ki” diye düşünmez ve o pipeti kullanmazsa, günde 10 milyon daha az plastik kirliliğine neden olacak.”
Zeynep İnanç ise daha yeşil ve sürdürülebilir bir gelecek için sıfır atık prensibine dayanan bir dünyanın kapılarını aralıyordu bize…
“Sıfır atık, israfı sıfırlamakla neredeyse eşanlamlı. Bu nedenle öncelikle tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmek ve ardından şu üç temel ilkeyi benimsemek önemli. Buna göre, atıkları kaynağında azaltıyoruz, eşyaların kullanım ömrünü uzatıyoruz ve bir kere oluştuktan sonra atıkların en iyi şekilde işlenmesine katkıda bulunuyoruz.”
Yeşil dönüşüm küresel ticareti dönüştürecek?
Avrupa Birliği 2019’un Aralık ayında, Yeşil Mutabakat yol haritasını açıklamış ve 2050 yılında karbon-nötr ilk kıta olma hedefini ortaya koymuştu. 2021’de ABD, AB ve Çin’in başını çektiği yeşil dönüşümün küresel ticareti kökünden nasıl değiştireceği ana konulardan biriydi. Prof. Dr. Elif Nuroğlu da bu dönüşümün nasıl olacağını, yeni kuralları anlattı:
“Yeşil dönüşüm, enerji başta olmak üzere ulaşım, inşaat, lojistik gibi pek çok sektörde ezberleri bozarak yepyeni bir düzen ortaya çıkaracak. Bu yeni düzende sektörler yeşil ve dijital dönüşümle yeniden şekillenirken, yeni iş kolları ortaya çıkacak, çevreyi kirleten üretim metotları ise yok olacak. Bu anlamda yeşil dönüşüm, yıkıcı teknoloji işlevi görecek. Örneğin, büyük oranda fosil yakıtlara dayanan enerji sektörünü yeni baştan yaratacak.”
Yeşil sanayi nasıl kurulacak?
Çevirilerimizle de bu dönüşüm sürecini yakından takip etmeye çalıştık. Berlin Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nden Prof. Dr. Barbara Praetorius’in düşünce kuruluşu Institut Montaigne’de çıkan makalesi, sanayinin dönüşümü için önemli bir yol haritası sundu.
Enerji sektörü de küresel anlamda daha yeşil bir dünya için yeniden yapılanmaya başladı. Üstelik bu sefer ağır yaptırımlar da var. Mehmet Öğütçü de işte bu dönüşümün enerji dünyasına yansımalarını ve özellikle Türkiye’nin neler yapması gerektiğinin altını çizdi:
“Elektrik sektöründe yenilenebilir enerji ve nükleer enerjinin payının artması, fosil yakıtların zamanla sancısız bir geçiş süreci sonunda olabildiğince tasfiye edilmesi, tüm nihai enerji tüketicisi sektörlerde elektrik, doğal gaz ve yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaşması ve enerji üretimi, dönüşümü ve tüketiminin tüm aşamalarında verimliliğinin artması temel hedefler olmalı.”
Dijital ve yeşil dönüşüm bir arada: İkiz dönüşüm
Bu yeni süreçte, dijitalleşme yolunda ivme de epey yükseldi. Dijital teknolojiler, yeşil bir hayata geçişin de anahtarı. Avrupa Birliği de, pandemiyle gelen hızlı ve zorunlu bir dijitalleşmeye paralel olarak artık yeşil dönüşüm ve dijital dönüşümü bir arada ele almaya ve ‘ikiz dönüşüm’ kavramını kullanmaya başladı.
Prof. Dr. Elif Nuroğlu da, dijital teknolojilerin yeşil teknolojileri nasıl destekleyeceğini anlatarak bizleri ikiz dönüşüm kavramıyla tanıştırdı:
“Dijital teknolojileri kullanmaya başlayan öncü sektör enerji. Hemen hemen her sektöre girdi olan enerjinin güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir ve temiz yöntemlerle üretiliyor olması, tüm sektörlerde karbon ayak izini düşürmeye yardımcı olabilir.”
2021’de dijitalleşmeyle ilgili kaygı verici bir gerçekle de yüz yüze geldik: Çip krizi… Dijital dönüşüm, otonom robotlar, elektrikli arabalar, ev aletleri, uçaklar, giyilebilir teknolojiler ve sanayide kısacası teknoloji ve elektroniğin söz konusu olduğu her yerde kullanılan çiplerin kıtlığı küresel ekonomide büyük bir sorun yarattı. Kıtlık kaynaklı çok ağır mali reçetenin sonunda alınan tedbirleri, ekonomideki yönelimi de “Çip ekonomisi ve kriz” başlıklı makalemizden öğrendik.
Yapay zeka insan duygularını çözebilir mi?
Yapay zeka artık geleceğimizin değil, bugünümüzün bir parçası. 2021’de yapay zekaya dair gelişmeleri takip etmeye çabaladık.
ABD’de derin öğrenme üzerine çalışan Dr. İlke Demir şu sorumuza yanıt verdi: işe alımlardan polis sorgusuna pek çok alanda kullanılan insanların vücut dilini, yüz kaslarını, göz bebeği hareketlerini anlamlandırmaya çalışan yapay zekâ insan duygularını gerçekten çözebilir mi?
Demir hem merakımızı giderdi hem de bazı sorunlara da dikkat çekti:
“Bu konuda başka bir araştırma ise, piyasada kullanılan sekiz duygu tanıma yazılımını karşılaştırıyor. Kullandıkları veri kümesinde insanlar bile 75% doğru duyguyu sezerken, en iyi sistem 62%’de kalıyor. Hayal edin ki işe başvuruyorsunuz ve sizi işe alacak insan yapay zekâya başvurduğunda, sizin en iyi ihtimalle 62% kızgın baktığınızı tahmin ediyor.”
Metaverse, sanal gerçeklik ve hayatlarımız
2021’in çok konuşulan gelişmelerinden biri Facebook’un adının Meta olarak değiştirilmesi ve Facebook’un hem de bundan böyle “bir Metaverse şirketi” olacağını açıklanmasıydı. Herkes bu yeni sihirli kelimenin anlamını öğrenmeye, yatırımcılar cüzdanlarına sarılmaya başladı. “Son büyük teknoloji miti ‘metaverse’ hakkında her şey” başlıklı yazı sayesinde, mateverse’ün bir teknoloji balonu olup olmadığını, gerçek dünyamızı nasıl etkileyebileceğini öğrendik.
Metaverse’ün konuşulur olması, kurgusal sanal dünyaya, gerçeklik unsurlarını taşıyacak olması, akıllara 1999’da vizyona giren Matrix filmini getirdi. Dünyanın önde gelen teknoloji, bilim yayınlarından Wired’da yayınlanan çok detaylı bilimsel makale, sanal gerçekliğe ne kadar yakın olduğumuzu ve bu alandaki heyecan verici gelişmeleri anlatıyordu.
Teknoloji, sosyal medya mecraları, dijitalleşme…. Hepsinin odağına insan var. Bu çağın en değerli hazinesi, veriyi de insanlar oluşturuyor. Hem de karşılıksız ve gönüllü bir şekilde… Ümit Alan da işte buradaki adaletsizliğe dikkat çekerek “Dijital emek bilinci sosyal medyayı dönüştürebilir mi?” başlıklı bir makale yazdı:
“Görünen o ki, sosyal medyanın kuralsızlık ve hukuk boşluğundan beslenen ‘Teksas Çağı’ hızla sona eriyor. Tam bu noktada dijital emek bilincinin olası yükselişi de yeni bir çağı açabilir. Ancak bu yeni bir mücadelenin konusu. Geçmişte hafta tatilinin kazanılması, günlük iş saatlerinin kısaltılması gibi hakların hep böyle mücadeleler sonucu kazanıldığının hatırlanması şart. Önce, insanların sosyal medyada eğlenerek ürettiği içeriğin bir emek değeri olduğuna ikna olmaları gerekiyor.”
Gençlerin yeni kamusal alanı, Youtube. Peki kaygılanmalı mıyız?
Dünya sıralamasında Facebook’dan sonra en çok tercih edilen ikinci sosyal medya olan YouTube, Türkiye’de ise sosyal medya kullanım istatistiklerinde %94,5 kullanım oranıyla birinci sırada. Gençler içinse vazgeçilmez.
Doç. Dr. Nazlı Aytuna, iki senedir, gençlerin YouTube ile kurduğu ilişkiyi, oluşturdukları anlamları, yaşam deneyimlerini sorgulamak amacıyla bir çalışma yürütüyordu, bulguların bir kısmını ve görüşlerini Fikir Turu için kaleme aldı:
“Gençlerin YouTube üzerinden oluşturdukları yaşam deneyimleri değerlendirdiğinde, YouTube’un gençlere ideal bir kamusal alan oluşturma fırsatı sunduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bu yeni kamusal alan, onlara atfedilen değerlerden bağımsız kendi normlarını, anlamlarını yeni iletişim kodları üzerinden kurgulayabildikleri, gerçek ve sanalın içi içe geçtiği özerk bir alan.”
Şimdiden belli ki, 2022 de bu hızlı dönüşüm eğiliminin devam edeceği bir yıl olacak. Bu hızla dönüşüm içinde savrulmamanın yoluysa, daha fazla bilgi edinmek: komplo teorilerinden uzak, olgulara dayanan, açıklayıcı gerçek bilgiler… Fikir Turu, sağlıklı, mutlu ve güzel bir yıl dilerken, bu bilgileri size sunmaya devam etme sözü veriyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 31 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.