Unutulmuş bir hikâye: Amerika’daki ilk göçmen Türkler

Doğu Anadolu’da 1900’lerde başlayan ABD’ye göç nasıl gelişti? ABD’nin ilk camisini kuran İmam Mehmed Ali Efendi’nin Batum’dan Afrika’ya oradan ABD’ye uzanan hikâyesi neydi? Çocuk Esirgeme Kurumu onların sayesinde nasıl kuruldu? Türkler ABD’de hangi izleri bıraktı? Dr. Işıl Acehan yazdı.

ABD’nin belki de en bilinen özelliklerinden birisi, nüfusunun dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerden oluşması. İtalyanlar, İrlandalılar, Almanlar gibi pek çok göçmen grubu, burada tarihlerinin ne kadar eskiye dayandığını, onların da ülkenin bir parçası olduğunu, aidiyetlerini göstermek için her zaman çaba gösterdi ama yandan, Türkler/Müslümanlar ABD’de genellikle yeni bir göçmen grubu, ABD’ye ait olmayan bir unsur gibi görüldü.

ABD’deki göçmenleri anlatan pek çok tarih kitabı 100 yıldan uzun süredir bu ülkede olan Türkleri es geçmiş, onlara yer veren çok az sayıdaki kitap ise Türklerin önemsiz olduğunu, az sayıda olduklarını, ülkede kısa süre kalıp para kazandıktan sonra memleketlerine geri dönmek istediklerini, Amerikan toplumuna uyum sağlayamadıklarını anlattı.

Gerçekten öyle miydi?

Doğu Anadolu’da başlayan Amerikan rüyası

1890’ların sonunda özellikle Doğu Anadolu’nun köylerinde bir Amerikan rüyasıdır başlamıştı. Bilhassa Amerikan okullarında eğitim gören Ermeni nüfusun yavaş yavaş ABD’ye göç etmeye ve gidenlerin 1-2 yıl sonra ailelerine para göndermeye başlamasıyla hem Hristiyan hem de Müslüman nüfusta ABD’ye nasıl gidebilecekleri her gün konuşulan konular arasına girdi.

Elazığ’dan 1900’lerin başında göç eden, ABD Sosyal Sigorta Kurumu’nda çalışmış Halil Zekeriya Coşkun, emekli olup, köyüne döndükten sonra 1971’de hikâyesini şöyle anlatıyordu:

“20 yaşındaydım, güçlüydüm, hatta bazı arkadaşlarıma göre oldukça kuvvetliydim. Çalışmak için can atıyordum ama iş yoktu. Hepimiz çaresizdik. Bugün Türkiye’de bunu anlamak zor olacaktır; şimdi çoğumuz 1912’deki yaşam standartlarına göre zenginiz. En çaresiz vaktimizde Amerika adında, işlerin bol olduğu bir ülke olduğunu duyduk; ülke nüfusu az olduğu için işçilere ihtiyaç vardı.

Eğer birisi kör, engelli ya da hasta değilse iş bulması kesindi. Amerika’nın milliyeti ne olursa olsun herkese kucak açtığını ve herkesi kıyılarına çağırdığını düşündük. Amerika hakkındaki bu haberleri köyümüze ilk kimin getirdiğini bilmiyoruz ama tek konuştuğumuz buydu. Her zaman sohbetlerimizin ve hayallerimizin bir parçasıydı. Amerika umudumuz olmuştu – yaşamak için tek umudumuzdu…”1

Göçler nasıl başladı?

1900’lerin başında, bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da büyük bir nüfus değişimi yaşanıyordu. Sadece Hristiyanlar değil, önemli sayıda Müslüman da köylerinden göç ediyordu. Bu göçler artık öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki, bazı köylerde o dönemlerde erkek nüfus neredeyse kalmamış, sadece kadın ve çocukların yaşadığı köyler ortaya çıkmıştı.

Bu göçmenlerin hepsinin erkek olmasının sebebi, çoğunun ABD’ye gidip, biraz para biriktirdikten sonra memlekete geri dönmeyi düşünmeleriydi. Göç edenlerin bir kısmının eşleri ve çocukları vardı.

Osmanlı’dan ABD’ye ilk kez 1860’lı yıllarda ticaret veya başka sebeplerle gidenler oldu ancak önemli göç hareketi ancak 1890’lı yıllarda başlamıştı. 1860’larden itibaren Harput’ta faaliyet gösteren Amerikan Misyonu ve Amerikalı Misyonerler, bugünkü Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Harput, Bingöl, Tunceli gibi şehirlerimizden Amerika’ya göçlerin başlamasına neden olmuştu.

Deri, ayakkabı, tekstil, tel, otomobil fabrikalarının açılmasıyla kendini gösteren endüstrileşme, seri üretime geçiş süreci büyük bir işçi nüfusuna gereksinimi de ortaya çıkarmıştı. 1960’larda Almanya’ya göç eden Türkler gibi, ABD’ye gidenler de gurbette çok ağır koşullarda çalışsalar da, böylelikle ailelerine, kendilerine iyi bir hayat sağlayacaklarını düşünüyorlardı.

Bu Türklerden birisi, Hasan Efendi, Erzincan’dan gelişinin öyküsünü gazeteci Hikmet Feridun Es’e aktardığında, köylerinden ilk başta Ermeni komşularının göç etmeye başladığını, ailelerine para gönderdiklerini görünce “biz ne duruyoruz” deyip, yola çıktıklarını söylemişti. “Amerika’yı gözümüzde bir altın memleketi gibi gördük, demişti.

1910’ların başında göçler doruk noktasına ulaşmıştı, fakat I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru bu sayı oldukça azaldı. Nihayet, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte giden Türk ve Kürtlerin bir bölümü geri döndü, daha sonra da ABD’de yaşanan büyük ekonomik buhranın etkisiyle Türkiye’ye dönenlerin sayısı daha da arttı.

Anadolu’dan ABD’ye göç eden Müslümanların sayısının yaklaşık 50 bin olduğu tahmin ediliyor ancak tam rakamı, hem o yıllarda göç edenlerin soyadlarının olmaması, hem de Amerika’da isimlerinin yanlış harflerle yazılmasından dolayı tam olarak bilemiyoruz.

Anadolulu göçmenler ağırlıklı olarak, Amerika’da hızlı endüstrileşmenin yaşandığı Massachusetts eyaletinin deri, iplik, kumaş, ayakkabı fabrikalarında ve Michigan eyaletindeki Ford fabrikaları ve otomotiv sanayinde çalışıyorlardı.

Osmanlı göçmenlerinin Amerika’da yerleştikleri şehirlerde aynı bugün New Jersey eyaletindeki Paterson, Berlin’deki Kreuzberg gibi Türklerin yoğunlaştığı mahalleler vardı. Peabody, Massachusetts’de “Osmanlı Caddesi” (Ottoman Street) denilen bir cadde bile mevcuttu.

Kopmayan bağlar

ABD’ye göçenlerin kimileri 20-30 yıl kalıp memleketlerine geri döndü, kimileri de Amerika’da kaldı ancak ülkeleriyle bağlarını hiçbir zaman koparmadı. Bu güçlü bağın en güzel örneklerini Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşları sırasında görüyoruz.

Bazıları I. Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda çarpışmak için New York’tan İstanbul’a gitmek istedi. Ancak 1917’de savaşa ABD’nin de katılmasıyla Amerikan Başkanı’nın çıkardığı kanun gereği, Osmanlı ile ABD savaş halinde olmasa da, gidemediler ama vatanlarını da düşünmekten geri kalmadılar. Örneğin, Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında kimilerinin 20 yıllık birikimini tek seferde bağışladığını, toplanan binlerce doların yeni kurulan Türkiye’ye gönderildiğini görüyoruz. Bu Anadoluluların bağışları sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yetimhanesi Ankara, Keçiören’de şehit çocukları için kuruldu. Bu yetimhane, 2017 yılına kadar “Atatürk Çocuk Yuvası” adıyla hizmet verdi.

Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ilk destekçileri de Anadolulu göçmenlerdir. Kurucu Dr. Mehmet Fuad Kurtuluş Savaşı sırasında memleketin perişan durumuna ve babalarını kaybeden çocukların sefaletine çözüm bulmak için bir yol arar. 21 Mart 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin oluru ile 5 ay süre ile kendisine ABD seyahatine izin verilir ve 8 Nisan – 3 Haziran 1923 tarihleri arasında ABD’de Türk ve Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgeleri dolaşarak yardım toplar. Dr. Fuad Bey Amerika’da Türkler ve Gördüklerim isimli kitabında, Himaye-i Etfal’e yardım toplantılarının New York, Lawrence, Peabody, Providence, Worcester, Buffalo, Pittsburgh, Wellston, Youngstown, Canton, Akron, Cleveland, Washington, Detroit, Chicago ve Philadelphia şehirlerinde gerçekleştirildiğini ve buralarda yaşadığı olayları anlatır.

Şehit çocukları için yürekleri sızlayan göçmenler zorluklarla biriktirdikleri paralarını Dr. Fuad Umay ve Kızılay aracılığı ile memlekete göndermiştir. Türk Teavün Cemiyeti’nin Himaye-i Etfal için New York’ta düzenlediği yardım toplantısını Dr. Fuad Bey kitabında şöyle anlatır:

“Bütün Müslümanların hayatta aynı dakikada acı ve sevinci bu kadar kuvvetle yaşadıkları gün olmamıştır. Gözyaşıyla sevinç birbirine karışmış, onları sarhoş etmişti. Yüz dolardan bin üç yüz dolara kadar veren bu alicenap vatan çocukları duyduklarını paralarıyla, gözyaşlarıyla göstermekle iktifa etmiyor. Sevinçten çıldıran bu halk ayak üstünde verenleri alkışlıyor. Ben hayatımda bu kadar kuvvetli bir heyecan ile sarhoş olan halkı ilk defa gördüm.”

İmam Mehmed Ali Efendi ve ABD’de ilk cami

ABD’de Müslüman nüfus arttıkça ihtiyaçları doğrultusunda gelişmeler de oluyordu. 1910’un eylül ayında, Özgürlük Heykeli New York kıyılarında çok özel bir yolcuyu karşılıyordu. Osmanlı hükümeti tarafından ABD’ye bir önemli bir misyonla gönderilen İmam Mehmed Ali Efendi’nin Washington Sefareti’ndeki yeni görevi bir nevi din ataşeliğiydi. Hem ABD’de bulunan Müslüman Osmanlı vatandaşlarının dini hayatlarını doğru bir şekilde sürdürmesini sağlayacak, memleketleriyle bağlarını güçlendirecek, hem de ABD’ye uyum sağlamalarına yardımcı olacaktı.

İmam Mehmed Ali Efendi’nin maceralarla dolu, ilginç bir hayatı vardı. Osmanlı topraklarında olan Batum’da doğmuş, 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1878’ye Rusya’ya bırakılan kentten henüz 5 yaşındayken ailesi ile İstanbul’a göç etmişti. İstanbul’da eğitiminin son senesindeyken 1891’de Sultan Abdülhamid’e karşı komplo kurulduğuna dair gelen bir istihbaratla polis Medrese’yi basmış, Mehmed Ali Efendi de dâhil olmak üzere tüm öğrencileri tutuklanmıştı.

Polise Rus vatandaşı olduğunu söyleyen Mehmed Ali Efendi, bir şekilde İstanbul’dan kaçmayı başarmış ve yıllar sürecek maceralı yolculuğuna çıkmıştı. Önce Yemen’e, oradan Güney Afrika’ya, Birleşik Krallık’ın egemenliğindeki Cape Kolonisi’ne geçmişti. Burada bulunan Müslümanların imamı olmuş, onlara İslâm’ı daha doğru şekilde anlatmak için bir misyoner görevi üstlenmişti. Daha sonra Madagaskar, Morityus, Seylan, Java, Sumatra, Singapur, Bankok, Singapur ve Saygon’a (şimdiki ismiyle HoChiMinh şehri) gitmişti. Buradan Çin’e geçerek oradaki Müslümanlarla 3 ay kalan Mehmed Ali Efendi, 1897’de tekrar İstanbul’a dönmüş, bir süre sonra da tekrar Uzak Doğu’ya Müslümanlar için gönderilmişti.

Uzak Doğu’nun Müslümanlarıyla 1906’ya kadar bir arada kalan Mehmed Ali Efendi, buranın dillerini ve kültürlerini de öğrenmişti. O yıl İstanbul’a döndüğünde, Berlin ve Tahran’da diplomatlığın yanı sıra toplam dokuz yıl Maarif Nazırlığı da yapan Münif Mehmed Paşa’nın evinde kalmaya başlamıştı. Münif Mehmed Paşa’nın oğlu Celal Münif Bey, o sırada Washington Sefareti Başkâtibiydi. Mehmed Ali Efendi ABD’ye gönderildiğinde o da 1911’de New York Başkonsolosu olarak göreve başlayacak, 1917’de diplomatik ilişkiler kesilene kadar da bu görevde kalacaktı.

Osmanlı Sefareti’nin bulunduğu Washington D.C.’de o zamanlar fazla Müslüman nüfus olmadığı için Mehmed Ali Efendi’yi kısa sürede New York şehrine göndermişlerdi. Meşhur Wall Street bölgesinde, bir zamanlar İkiz Kuleler’in bulunduğu yerin çok yakınında ona bir ev kiralamış, bu evi aynı zamanda bir mescid olarak kullanılmak üzere tahsis etmişlerdi. Cuma namazı vakitlerinde bu dairenin her tarafı doluyor, bayramlar burada kutlanıyordu. ABD’de daha önce tam zamanlı bir imamı ve cemaati bulunan cami olmadığı göz önüne alındığında, burasının ABD’deki ilk cami olduğu söylenebilir.

ABD’ye gelişinden kısa bir süre sonra Türklerin yoğun olduğu şehirleri ziyaretlere başlamıştı. Katıldığı toplantılarda Türklere yeni geldikleri ülkede nasıl davranmaları ve yaşamaları gerektiğini, kendi ülkelerine ve Amerika’ya karşı sorumluluklarını anlatmıştı. Amerikalıların ilgiyle karşıladığı ziyaretleri, basın da takip ediyor, 35 yaşındaki imamla ilgili yazılan bir habere, imamın doğduğundan beri hiç sakallarını kesmediği notu düşülüyordu. Mehmed Ali Efendi, o dönemde Columbia Üniversitesi’nde doktora yapan Ahmet Emin Yalman ve Ahmet Şükrü Esmer’in de saygı duyduğu entelektüellerden biriydi.

İmam Mehmed Ali Efendi Müslüman Osmanlı nüfusunun bulunduğu şehirlere ziyaretleri sırasında New York’ta Osmanlı devletinin inşa etmeyi planladığı büyük bir cami için de göçmenlerden yardım toplamış, cami projesi için çalışmaya başlamıştı. Ancak, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ABD’de toplanan yardımlar, savaşa yardım için gönderilmiş, bu cami projesi de yarım kalmıştı.

O yıllarda yarım kalan sadece cami projesi değil, hayatlardı da…

Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İspanyol gribi 1918 yılının ekim ayında en öldürücü halini aldığında Türklerin yoğun olarak yaşadığı Boston şehri yakınındaki Worcester’ı da oldukça etkilemişti. Buradaki Türklerin satın aldığı, üzerinde Osmanlı Türkçesiyle yazdırdıkları mutasavvıf şair Niyâzi-i Mısrî’nin dizelerin yer aldığı bir obelisk bulunan Müslüman Mezarlığı bölümünün 1918 tarihli olması, ölümlerin çoğaldığını düşündürüyor.

O dönem Doğu ve Güney Avrupa’dan göç eden ve “Yeni Göçmenler” diye adlandırılan Avrupalı göçmen gruplar arasında 4 milyonu aşkın bir rakamla başta gelen İtalyanların yarısı memleketlerine geri dönmüştü. 1920’lerde Türkler arasında da geri dönenlerin sayısı çoktu.

Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın…

Okuma yazma bilmeden gittikleri Amerika’dan göçmenlerin bir kısmı da diplomalı olarak döndü. Erzurum Atatürk Üniversitesi ile Nebraska Üniversitesi’nin kardeş üniversite olmasında Amerika maceralarından sonra Türkiye’ye dönüş yapan Harputlular önemli bir rol üstlendi. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşu için gelen Amerikalı heyeti onlar karşıladı; Nebraska Üniversitesi’yle görüşmeler İngilizce bilen Harputlular sayesinde gerçekleştirildi.

Amerika’ya yerleştikten sonra memleketleri için yaptıkları çok büyük fedakârlıklarla yetinmeyen Türkler, 1930’larda Peabody’de kurdukları Anadolu Klubü’nde para toplayarak Elazığ’a bir yapay solunum cihazı aldılar. Bu, Türkiye’deki ilk yapay solunum cihazıydı. Para gönderenler arasındaki, ABD’deki Osmanlı göçmenlerinin yaşadıklarının en önemli şahitlerinden birisi olan Elazığlı Yakup Ahmed’in oğlu Frank Ahmed, memlekete sadece bir röntgen cihazı değil, bir mesaj da gitmişti diye anlatır Turks in America isimli kitabında: “Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın.”

1917-1927 yılları arasında Türkiye ve ABD ilişkileri kesildiğinden, onlara burada destek verecek bir konsolosluk veya büyükelçilik de yoktu. Onun için, bu göçmenlerimizin kendi kurdukları dernekler aracılığıyla 1960’lara kadar Türkiye’ye para göndermeye devam etmeleri, imparatorluktan cumhuriyete geçen memleketlerinin çalkantılı döneminde 10 bin kilometre öteden ülkelerini yeniden kurmada önemli roller üstlenmeleri, müthiş bir mobilizasyon sağlamaları, aslında Türkiye’nin sınırları haricinde yaşayan insanlarımızın, diasporamızın gücünün de en güzel göstergelerinden.

ABD’deki ilk Türkler neden hem ABD hem de Türkiye tarihi için önemli?

Bu Türkler aslında bizim ABD’deki diasporamızın da gücünü artırıyor. Şu anda ABD’de 200 bine yakın Türk’ün yaşadığı tahmin ediliyor. Çoğu zaman aslında Türklerin ABD’de, diğer göçmenlere kıyasla, çok yeni olduğunu zannediyor.

Temelde göçmenlerin kurduğu bir ülke olan Amerika’da, her göçmen grup, kendi insanlarının bu ülkeye yaptıkları katkılarla köklerini ve varlığını gösterir. ABD’ye 1900’lerin başında göç eden Türkler de hem bu ülkenin fabrikalarında canla başla çalışarak, I. ve II. Dünya Savaşı’nda hem ABD’ye hem de Türkiye’ye büyük maddi destekler sağlayarak, kendileri ve çocukları Amerikan ordusunda savaşarak her iki ülkeye de büyük katkılarda bulundular.

Diğer yandan da ABD’ye daha önce köle olarak getirilmiş Afrikalı Müslümanlar olsa da Amerika’daki ilk Türkler, ülkeye gönüllü gelen ilk Müslümanlar. Dolayısıyla, onların nüfusun çoğunluğunun Hristiyan olduğu ABD’de yaşadıkları hayat, karşılaştıkları zorluklar ve deneyimleri, bugünkü Müslümanlar için de oldukça önemli bir örnek teşkil ediyor.

Özellikle 11 Eylül terörist saldırısından sonra ülkedeki Müslüman göçmenlere karşı bakışın değiştiği, çalışmaların arttığı dönemlerde bile, buradaki ilk Türkler bilinmediği için Müslümanların ABD’de yeni bir göçmen grubu olduğu, Müslümanlığın da ABD’ye uyumsuz bir din olduğu tartışmaları baş göstermişti. Bu sebeplerle, ABD’deki ilk Türkler, hem1960’lardan sonra ABD’ye göç eden Türk göçmenler hem de Müslümanlar için aidiyet açısından da oldukça önemli.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Frank Ahmed, Turks in America, 86.

Işıl Acehan
Işıl Acehan
Dr. Işıl Acehan - George Mason Üniversitesi, Ali Vural Ak İslam Araştırmaları Merkezinde misafir akademisyen olarak çalışmalarını yürütüyor. Bilimsel çalışmaları ABD’deki ilk Türk/Müslüman göçmenler ve Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihi üzerine olan Dr. Acehan, Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü'nde tamamladı. Doktora sonrası çalışmasını, Bologna’da Fondazione per le Scienze Religiose Giovanni XXIII’de yürüttü. Doktora araştırmaları sırasında Fulbright, Turkish Cultural Foundation, Smithsonian Enstitüsü, Massachusetts Foundation for the Humanities, Freie Universität Berlin (JFK Enstitüsü) bursları da dahil olmak üzere birçok burs ve araştırma desteği aldı. 2006-2007 akademik yılında Harvard Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi'nde Fulbright araştırmacısı olarak bulundu. ABD’de kaldığı süre boyunca Harvard'da derslere katıldı ve Harvard Üniversitesi kütüphanelerinde doktora tezi araştırması yaptı. Bilkent Üniversitesi’nde hem lisans hem de yüksek lisans düzeyinde ABD Tarihi dersleri verdi. George Mason Üniversitesi, Ali Vural Ak İslam Araştırmaları Merkezi’nin çatısı altında kurduğu “Turks in America” isimli internet sitesinde yazılar kaleme alıyor ve Bahçeşehir/Bay Atlantic University ile yürüttüğü “Ottoman America” isimli belgeselin proje direktörlüğünü yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

4 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Unutulmuş bir hikâye: Amerika’daki ilk göçmen Türkler

Doğu Anadolu’da 1900’lerde başlayan ABD’ye göç nasıl gelişti? ABD’nin ilk camisini kuran İmam Mehmed Ali Efendi’nin Batum’dan Afrika’ya oradan ABD’ye uzanan hikâyesi neydi? Çocuk Esirgeme Kurumu onların sayesinde nasıl kuruldu? Türkler ABD’de hangi izleri bıraktı? Dr. Işıl Acehan yazdı.

ABD’nin belki de en bilinen özelliklerinden birisi, nüfusunun dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerden oluşması. İtalyanlar, İrlandalılar, Almanlar gibi pek çok göçmen grubu, burada tarihlerinin ne kadar eskiye dayandığını, onların da ülkenin bir parçası olduğunu, aidiyetlerini göstermek için her zaman çaba gösterdi ama yandan, Türkler/Müslümanlar ABD’de genellikle yeni bir göçmen grubu, ABD’ye ait olmayan bir unsur gibi görüldü.

ABD’deki göçmenleri anlatan pek çok tarih kitabı 100 yıldan uzun süredir bu ülkede olan Türkleri es geçmiş, onlara yer veren çok az sayıdaki kitap ise Türklerin önemsiz olduğunu, az sayıda olduklarını, ülkede kısa süre kalıp para kazandıktan sonra memleketlerine geri dönmek istediklerini, Amerikan toplumuna uyum sağlayamadıklarını anlattı.

Gerçekten öyle miydi?

Doğu Anadolu’da başlayan Amerikan rüyası

1890’ların sonunda özellikle Doğu Anadolu’nun köylerinde bir Amerikan rüyasıdır başlamıştı. Bilhassa Amerikan okullarında eğitim gören Ermeni nüfusun yavaş yavaş ABD’ye göç etmeye ve gidenlerin 1-2 yıl sonra ailelerine para göndermeye başlamasıyla hem Hristiyan hem de Müslüman nüfusta ABD’ye nasıl gidebilecekleri her gün konuşulan konular arasına girdi.

Elazığ’dan 1900’lerin başında göç eden, ABD Sosyal Sigorta Kurumu’nda çalışmış Halil Zekeriya Coşkun, emekli olup, köyüne döndükten sonra 1971’de hikâyesini şöyle anlatıyordu:

“20 yaşındaydım, güçlüydüm, hatta bazı arkadaşlarıma göre oldukça kuvvetliydim. Çalışmak için can atıyordum ama iş yoktu. Hepimiz çaresizdik. Bugün Türkiye’de bunu anlamak zor olacaktır; şimdi çoğumuz 1912’deki yaşam standartlarına göre zenginiz. En çaresiz vaktimizde Amerika adında, işlerin bol olduğu bir ülke olduğunu duyduk; ülke nüfusu az olduğu için işçilere ihtiyaç vardı.

Eğer birisi kör, engelli ya da hasta değilse iş bulması kesindi. Amerika’nın milliyeti ne olursa olsun herkese kucak açtığını ve herkesi kıyılarına çağırdığını düşündük. Amerika hakkındaki bu haberleri köyümüze ilk kimin getirdiğini bilmiyoruz ama tek konuştuğumuz buydu. Her zaman sohbetlerimizin ve hayallerimizin bir parçasıydı. Amerika umudumuz olmuştu – yaşamak için tek umudumuzdu…”1

Göçler nasıl başladı?

1900’lerin başında, bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da büyük bir nüfus değişimi yaşanıyordu. Sadece Hristiyanlar değil, önemli sayıda Müslüman da köylerinden göç ediyordu. Bu göçler artık öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki, bazı köylerde o dönemlerde erkek nüfus neredeyse kalmamış, sadece kadın ve çocukların yaşadığı köyler ortaya çıkmıştı.

Bu göçmenlerin hepsinin erkek olmasının sebebi, çoğunun ABD’ye gidip, biraz para biriktirdikten sonra memlekete geri dönmeyi düşünmeleriydi. Göç edenlerin bir kısmının eşleri ve çocukları vardı.

Osmanlı’dan ABD’ye ilk kez 1860’lı yıllarda ticaret veya başka sebeplerle gidenler oldu ancak önemli göç hareketi ancak 1890’lı yıllarda başlamıştı. 1860’larden itibaren Harput’ta faaliyet gösteren Amerikan Misyonu ve Amerikalı Misyonerler, bugünkü Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Harput, Bingöl, Tunceli gibi şehirlerimizden Amerika’ya göçlerin başlamasına neden olmuştu.

Deri, ayakkabı, tekstil, tel, otomobil fabrikalarının açılmasıyla kendini gösteren endüstrileşme, seri üretime geçiş süreci büyük bir işçi nüfusuna gereksinimi de ortaya çıkarmıştı. 1960’larda Almanya’ya göç eden Türkler gibi, ABD’ye gidenler de gurbette çok ağır koşullarda çalışsalar da, böylelikle ailelerine, kendilerine iyi bir hayat sağlayacaklarını düşünüyorlardı.

Bu Türklerden birisi, Hasan Efendi, Erzincan’dan gelişinin öyküsünü gazeteci Hikmet Feridun Es’e aktardığında, köylerinden ilk başta Ermeni komşularının göç etmeye başladığını, ailelerine para gönderdiklerini görünce “biz ne duruyoruz” deyip, yola çıktıklarını söylemişti. “Amerika’yı gözümüzde bir altın memleketi gibi gördük, demişti.

1910’ların başında göçler doruk noktasına ulaşmıştı, fakat I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru bu sayı oldukça azaldı. Nihayet, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte giden Türk ve Kürtlerin bir bölümü geri döndü, daha sonra da ABD’de yaşanan büyük ekonomik buhranın etkisiyle Türkiye’ye dönenlerin sayısı daha da arttı.

Anadolu’dan ABD’ye göç eden Müslümanların sayısının yaklaşık 50 bin olduğu tahmin ediliyor ancak tam rakamı, hem o yıllarda göç edenlerin soyadlarının olmaması, hem de Amerika’da isimlerinin yanlış harflerle yazılmasından dolayı tam olarak bilemiyoruz.

Anadolulu göçmenler ağırlıklı olarak, Amerika’da hızlı endüstrileşmenin yaşandığı Massachusetts eyaletinin deri, iplik, kumaş, ayakkabı fabrikalarında ve Michigan eyaletindeki Ford fabrikaları ve otomotiv sanayinde çalışıyorlardı.

Osmanlı göçmenlerinin Amerika’da yerleştikleri şehirlerde aynı bugün New Jersey eyaletindeki Paterson, Berlin’deki Kreuzberg gibi Türklerin yoğunlaştığı mahalleler vardı. Peabody, Massachusetts’de “Osmanlı Caddesi” (Ottoman Street) denilen bir cadde bile mevcuttu.

Kopmayan bağlar

ABD’ye göçenlerin kimileri 20-30 yıl kalıp memleketlerine geri döndü, kimileri de Amerika’da kaldı ancak ülkeleriyle bağlarını hiçbir zaman koparmadı. Bu güçlü bağın en güzel örneklerini Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşları sırasında görüyoruz.

Bazıları I. Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda çarpışmak için New York’tan İstanbul’a gitmek istedi. Ancak 1917’de savaşa ABD’nin de katılmasıyla Amerikan Başkanı’nın çıkardığı kanun gereği, Osmanlı ile ABD savaş halinde olmasa da, gidemediler ama vatanlarını da düşünmekten geri kalmadılar. Örneğin, Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında kimilerinin 20 yıllık birikimini tek seferde bağışladığını, toplanan binlerce doların yeni kurulan Türkiye’ye gönderildiğini görüyoruz. Bu Anadoluluların bağışları sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yetimhanesi Ankara, Keçiören’de şehit çocukları için kuruldu. Bu yetimhane, 2017 yılına kadar “Atatürk Çocuk Yuvası” adıyla hizmet verdi.

Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ilk destekçileri de Anadolulu göçmenlerdir. Kurucu Dr. Mehmet Fuad Kurtuluş Savaşı sırasında memleketin perişan durumuna ve babalarını kaybeden çocukların sefaletine çözüm bulmak için bir yol arar. 21 Mart 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin oluru ile 5 ay süre ile kendisine ABD seyahatine izin verilir ve 8 Nisan – 3 Haziran 1923 tarihleri arasında ABD’de Türk ve Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgeleri dolaşarak yardım toplar. Dr. Fuad Bey Amerika’da Türkler ve Gördüklerim isimli kitabında, Himaye-i Etfal’e yardım toplantılarının New York, Lawrence, Peabody, Providence, Worcester, Buffalo, Pittsburgh, Wellston, Youngstown, Canton, Akron, Cleveland, Washington, Detroit, Chicago ve Philadelphia şehirlerinde gerçekleştirildiğini ve buralarda yaşadığı olayları anlatır.

Şehit çocukları için yürekleri sızlayan göçmenler zorluklarla biriktirdikleri paralarını Dr. Fuad Umay ve Kızılay aracılığı ile memlekete göndermiştir. Türk Teavün Cemiyeti’nin Himaye-i Etfal için New York’ta düzenlediği yardım toplantısını Dr. Fuad Bey kitabında şöyle anlatır:

“Bütün Müslümanların hayatta aynı dakikada acı ve sevinci bu kadar kuvvetle yaşadıkları gün olmamıştır. Gözyaşıyla sevinç birbirine karışmış, onları sarhoş etmişti. Yüz dolardan bin üç yüz dolara kadar veren bu alicenap vatan çocukları duyduklarını paralarıyla, gözyaşlarıyla göstermekle iktifa etmiyor. Sevinçten çıldıran bu halk ayak üstünde verenleri alkışlıyor. Ben hayatımda bu kadar kuvvetli bir heyecan ile sarhoş olan halkı ilk defa gördüm.”

İmam Mehmed Ali Efendi ve ABD’de ilk cami

ABD’de Müslüman nüfus arttıkça ihtiyaçları doğrultusunda gelişmeler de oluyordu. 1910’un eylül ayında, Özgürlük Heykeli New York kıyılarında çok özel bir yolcuyu karşılıyordu. Osmanlı hükümeti tarafından ABD’ye bir önemli bir misyonla gönderilen İmam Mehmed Ali Efendi’nin Washington Sefareti’ndeki yeni görevi bir nevi din ataşeliğiydi. Hem ABD’de bulunan Müslüman Osmanlı vatandaşlarının dini hayatlarını doğru bir şekilde sürdürmesini sağlayacak, memleketleriyle bağlarını güçlendirecek, hem de ABD’ye uyum sağlamalarına yardımcı olacaktı.

İmam Mehmed Ali Efendi’nin maceralarla dolu, ilginç bir hayatı vardı. Osmanlı topraklarında olan Batum’da doğmuş, 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1878’ye Rusya’ya bırakılan kentten henüz 5 yaşındayken ailesi ile İstanbul’a göç etmişti. İstanbul’da eğitiminin son senesindeyken 1891’de Sultan Abdülhamid’e karşı komplo kurulduğuna dair gelen bir istihbaratla polis Medrese’yi basmış, Mehmed Ali Efendi de dâhil olmak üzere tüm öğrencileri tutuklanmıştı.

Polise Rus vatandaşı olduğunu söyleyen Mehmed Ali Efendi, bir şekilde İstanbul’dan kaçmayı başarmış ve yıllar sürecek maceralı yolculuğuna çıkmıştı. Önce Yemen’e, oradan Güney Afrika’ya, Birleşik Krallık’ın egemenliğindeki Cape Kolonisi’ne geçmişti. Burada bulunan Müslümanların imamı olmuş, onlara İslâm’ı daha doğru şekilde anlatmak için bir misyoner görevi üstlenmişti. Daha sonra Madagaskar, Morityus, Seylan, Java, Sumatra, Singapur, Bankok, Singapur ve Saygon’a (şimdiki ismiyle HoChiMinh şehri) gitmişti. Buradan Çin’e geçerek oradaki Müslümanlarla 3 ay kalan Mehmed Ali Efendi, 1897’de tekrar İstanbul’a dönmüş, bir süre sonra da tekrar Uzak Doğu’ya Müslümanlar için gönderilmişti.

Uzak Doğu’nun Müslümanlarıyla 1906’ya kadar bir arada kalan Mehmed Ali Efendi, buranın dillerini ve kültürlerini de öğrenmişti. O yıl İstanbul’a döndüğünde, Berlin ve Tahran’da diplomatlığın yanı sıra toplam dokuz yıl Maarif Nazırlığı da yapan Münif Mehmed Paşa’nın evinde kalmaya başlamıştı. Münif Mehmed Paşa’nın oğlu Celal Münif Bey, o sırada Washington Sefareti Başkâtibiydi. Mehmed Ali Efendi ABD’ye gönderildiğinde o da 1911’de New York Başkonsolosu olarak göreve başlayacak, 1917’de diplomatik ilişkiler kesilene kadar da bu görevde kalacaktı.

Osmanlı Sefareti’nin bulunduğu Washington D.C.’de o zamanlar fazla Müslüman nüfus olmadığı için Mehmed Ali Efendi’yi kısa sürede New York şehrine göndermişlerdi. Meşhur Wall Street bölgesinde, bir zamanlar İkiz Kuleler’in bulunduğu yerin çok yakınında ona bir ev kiralamış, bu evi aynı zamanda bir mescid olarak kullanılmak üzere tahsis etmişlerdi. Cuma namazı vakitlerinde bu dairenin her tarafı doluyor, bayramlar burada kutlanıyordu. ABD’de daha önce tam zamanlı bir imamı ve cemaati bulunan cami olmadığı göz önüne alındığında, burasının ABD’deki ilk cami olduğu söylenebilir.

ABD’ye gelişinden kısa bir süre sonra Türklerin yoğun olduğu şehirleri ziyaretlere başlamıştı. Katıldığı toplantılarda Türklere yeni geldikleri ülkede nasıl davranmaları ve yaşamaları gerektiğini, kendi ülkelerine ve Amerika’ya karşı sorumluluklarını anlatmıştı. Amerikalıların ilgiyle karşıladığı ziyaretleri, basın da takip ediyor, 35 yaşındaki imamla ilgili yazılan bir habere, imamın doğduğundan beri hiç sakallarını kesmediği notu düşülüyordu. Mehmed Ali Efendi, o dönemde Columbia Üniversitesi’nde doktora yapan Ahmet Emin Yalman ve Ahmet Şükrü Esmer’in de saygı duyduğu entelektüellerden biriydi.

İmam Mehmed Ali Efendi Müslüman Osmanlı nüfusunun bulunduğu şehirlere ziyaretleri sırasında New York’ta Osmanlı devletinin inşa etmeyi planladığı büyük bir cami için de göçmenlerden yardım toplamış, cami projesi için çalışmaya başlamıştı. Ancak, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ABD’de toplanan yardımlar, savaşa yardım için gönderilmiş, bu cami projesi de yarım kalmıştı.

O yıllarda yarım kalan sadece cami projesi değil, hayatlardı da…

Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İspanyol gribi 1918 yılının ekim ayında en öldürücü halini aldığında Türklerin yoğun olarak yaşadığı Boston şehri yakınındaki Worcester’ı da oldukça etkilemişti. Buradaki Türklerin satın aldığı, üzerinde Osmanlı Türkçesiyle yazdırdıkları mutasavvıf şair Niyâzi-i Mısrî’nin dizelerin yer aldığı bir obelisk bulunan Müslüman Mezarlığı bölümünün 1918 tarihli olması, ölümlerin çoğaldığını düşündürüyor.

O dönem Doğu ve Güney Avrupa’dan göç eden ve “Yeni Göçmenler” diye adlandırılan Avrupalı göçmen gruplar arasında 4 milyonu aşkın bir rakamla başta gelen İtalyanların yarısı memleketlerine geri dönmüştü. 1920’lerde Türkler arasında da geri dönenlerin sayısı çoktu.

Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın…

Okuma yazma bilmeden gittikleri Amerika’dan göçmenlerin bir kısmı da diplomalı olarak döndü. Erzurum Atatürk Üniversitesi ile Nebraska Üniversitesi’nin kardeş üniversite olmasında Amerika maceralarından sonra Türkiye’ye dönüş yapan Harputlular önemli bir rol üstlendi. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşu için gelen Amerikalı heyeti onlar karşıladı; Nebraska Üniversitesi’yle görüşmeler İngilizce bilen Harputlular sayesinde gerçekleştirildi.

Amerika’ya yerleştikten sonra memleketleri için yaptıkları çok büyük fedakârlıklarla yetinmeyen Türkler, 1930’larda Peabody’de kurdukları Anadolu Klubü’nde para toplayarak Elazığ’a bir yapay solunum cihazı aldılar. Bu, Türkiye’deki ilk yapay solunum cihazıydı. Para gönderenler arasındaki, ABD’deki Osmanlı göçmenlerinin yaşadıklarının en önemli şahitlerinden birisi olan Elazığlı Yakup Ahmed’in oğlu Frank Ahmed, memlekete sadece bir röntgen cihazı değil, bir mesaj da gitmişti diye anlatır Turks in America isimli kitabında: “Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın.”

1917-1927 yılları arasında Türkiye ve ABD ilişkileri kesildiğinden, onlara burada destek verecek bir konsolosluk veya büyükelçilik de yoktu. Onun için, bu göçmenlerimizin kendi kurdukları dernekler aracılığıyla 1960’lara kadar Türkiye’ye para göndermeye devam etmeleri, imparatorluktan cumhuriyete geçen memleketlerinin çalkantılı döneminde 10 bin kilometre öteden ülkelerini yeniden kurmada önemli roller üstlenmeleri, müthiş bir mobilizasyon sağlamaları, aslında Türkiye’nin sınırları haricinde yaşayan insanlarımızın, diasporamızın gücünün de en güzel göstergelerinden.

ABD’deki ilk Türkler neden hem ABD hem de Türkiye tarihi için önemli?

Bu Türkler aslında bizim ABD’deki diasporamızın da gücünü artırıyor. Şu anda ABD’de 200 bine yakın Türk’ün yaşadığı tahmin ediliyor. Çoğu zaman aslında Türklerin ABD’de, diğer göçmenlere kıyasla, çok yeni olduğunu zannediyor.

Temelde göçmenlerin kurduğu bir ülke olan Amerika’da, her göçmen grup, kendi insanlarının bu ülkeye yaptıkları katkılarla köklerini ve varlığını gösterir. ABD’ye 1900’lerin başında göç eden Türkler de hem bu ülkenin fabrikalarında canla başla çalışarak, I. ve II. Dünya Savaşı’nda hem ABD’ye hem de Türkiye’ye büyük maddi destekler sağlayarak, kendileri ve çocukları Amerikan ordusunda savaşarak her iki ülkeye de büyük katkılarda bulundular.

Diğer yandan da ABD’ye daha önce köle olarak getirilmiş Afrikalı Müslümanlar olsa da Amerika’daki ilk Türkler, ülkeye gönüllü gelen ilk Müslümanlar. Dolayısıyla, onların nüfusun çoğunluğunun Hristiyan olduğu ABD’de yaşadıkları hayat, karşılaştıkları zorluklar ve deneyimleri, bugünkü Müslümanlar için de oldukça önemli bir örnek teşkil ediyor.

Özellikle 11 Eylül terörist saldırısından sonra ülkedeki Müslüman göçmenlere karşı bakışın değiştiği, çalışmaların arttığı dönemlerde bile, buradaki ilk Türkler bilinmediği için Müslümanların ABD’de yeni bir göçmen grubu olduğu, Müslümanlığın da ABD’ye uyumsuz bir din olduğu tartışmaları baş göstermişti. Bu sebeplerle, ABD’deki ilk Türkler, hem1960’lardan sonra ABD’ye göç eden Türk göçmenler hem de Müslümanlar için aidiyet açısından da oldukça önemli.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Frank Ahmed, Turks in America, 86.

Işıl Acehan
Işıl Acehan
Dr. Işıl Acehan - George Mason Üniversitesi, Ali Vural Ak İslam Araştırmaları Merkezinde misafir akademisyen olarak çalışmalarını yürütüyor. Bilimsel çalışmaları ABD’deki ilk Türk/Müslüman göçmenler ve Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihi üzerine olan Dr. Acehan, Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü'nde tamamladı. Doktora sonrası çalışmasını, Bologna’da Fondazione per le Scienze Religiose Giovanni XXIII’de yürüttü. Doktora araştırmaları sırasında Fulbright, Turkish Cultural Foundation, Smithsonian Enstitüsü, Massachusetts Foundation for the Humanities, Freie Universität Berlin (JFK Enstitüsü) bursları da dahil olmak üzere birçok burs ve araştırma desteği aldı. 2006-2007 akademik yılında Harvard Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi'nde Fulbright araştırmacısı olarak bulundu. ABD’de kaldığı süre boyunca Harvard'da derslere katıldı ve Harvard Üniversitesi kütüphanelerinde doktora tezi araştırması yaptı. Bilkent Üniversitesi’nde hem lisans hem de yüksek lisans düzeyinde ABD Tarihi dersleri verdi. George Mason Üniversitesi, Ali Vural Ak İslam Araştırmaları Merkezi’nin çatısı altında kurduğu “Turks in America” isimli internet sitesinde yazılar kaleme alıyor ve Bahçeşehir/Bay Atlantic University ile yürüttüğü “Ottoman America” isimli belgeselin proje direktörlüğünü yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

4 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

4
0
Would love your thoughts, please comment.x