Virüsten büyük tehlike gıda güvenliği mi?

Covid-19’un yol açtığı gıda tehdidinin boyutları ne, çıkış yolu var mı? Gıda milliyetçiliği mi gıda egemenliği mi? Çok uluslu şirketlerin elinde toplanmış tarım ve gıda ekonomisi bütün dünyanın iyiliği için nasıl dönüştürülebilir? BM Gıda Hakları Raportörü Prof. Hilal Elver yazdı.

Covid-19 beraberinde bir çok komplo teorisini de getirdi ama bu virüs yüzünden gıda ve beslenme güvencesinin tehlikeye girdiği şu günlerin nerelere kadar gidebileceğini düşünmek neredeyse gerçeğe dönüşebilecek bir korku filmi senaryosu olabilir.

Tabii burada kast edilen gıda ve beslenme güvencesinin birkaç ay evde kapalı kalacağız diye gıda stoklamanın çok ötesinde bir konu olduğunun farkındaysak… Ve koronavirüs gelecek hasat mevsimini ya da mevsimlerini etkileyecek kadar uzun süre bizimle kalacaksa… Ama hemen belirtmeliyim; Covid-19’un ortaya çıkardığı gıda paniğini önlemenin yolu daha fazla gıda üretmek için endüstriyel tarıma sarılmak değil.

Aslında geçmişte de özellikle 2008’deki finansal krizde de gıda ve beslenme güvenliği gündeme gelmiş, birçok ülkede insanlar ekmek fiyatlarının yükselmesiyle açlık krizine girmiş, sokaklara dökülmüş ve bazı ülkelerde liderler istifa etmek zorunda kalmışlardı. 2011 yılındaki Arap Baharı’nın nedenlerinden biri de gıdaya erişim zorluğuydu çünkü küresel ısınma nedeniyle büyük yangınların çıktığı Rusya, kendine yetebilmek için buğday ithalini sınırlandırmış, bu da Rusya’dan buğday alan Mısır’da ekmek fiyatlarının artmasına neden olmuştu.

O günlerde, bütün dünyada olduğu gibi, bizde de yanlış giden ve ülkeleri gıdaya erişim konusunda dışa bağımlı hale getiren bugünkü gıda sistemlerinin sorunu gündeme gelmiş ama zaman içinde de unutulmuştu. Çünkü bazı ufak değişiklikler göstermekle birlikte çokuluslu birkaç dev şirketin elinde olan bugünkü tarım ve gıda ekonomisi dünyanın her yanını tıpkı Covid-19 virüsünün sardığı gibi sarmış durumda; bu düzen, hatta fütursuzca slogan haline getirdikleri gibi “dünyayı doyurmayı” kendilerine görev sayan bu büyük sermaye tarafından çok etkili bir biçimde korunuyor ve kollanıyor.

Gıda tedarik zinciri kırıldı

2008’deki gıda krizi o dönemde gıda yetersizliğinden kaynaklanmıştı. Bugün ise sorun tarım ürünlerinin azlığından değil, global dolaşımın sekteye uğramasından ortaya çıkıyor.

Bugün Covid-19 nedeniyle gıda ve tarım ürünleri ihracatçılarının getirdiği sınırlamalar, karantina ve panik, gıda tedarik zincirinin kırılmasına yol açmaya başladı bile. Örneğin, dünyanın en büyük soya üreticisi Arjantin soya üretimi yapılan bölgelerdeki yolları kapatınca ülkenin stokları yarıya indi. Kanada hava ulaşımını durdurunca son iki haftada Hindistan’dan gelen patlıcan ve kuru soğan ithalatı durdu, hem satıcı hem de alıcı büyük zarara uğradı. Dünyanın en büyük pirinç üreticilerinden Vietnam ihracatı sınırlayınca ilk büyük fiyat artışı pirinçte oldu.

Ana gıda maddeleri olarak bilinen tahıl, mısır ve soya fasulyesi üretiminde çoğunlukla hasat makinelerle yapıldığından ve saklanabilir oldukları için, her ülkenin durumu farklı olsa da halen geçen sezondan kalan stoklarla idare etmek mümkün. ABD, Çin ve Rusya ise en büyük gıda stoklarına sahip ülkeler.

Taze sebze ve meyve üretimi için ise insan emeğine ihtiyaç olduğundan ve uzun süre saklanamayacak ürünler olduğu için, bu ürünlerin üretimi ve dağıtımındaki zorluklar nedeniyle fiyatlar yükseleceğinden, ileriki günlerde sağlıklı gıdaya erişim hem çok zor hem de çok pahalı olacak.

Hindistan’da devletin aldığı sokağa çıkma yasağı kararı yüzünden tarım işçileri ulaşımı durunca, üretim ve ihracat da durmak zorunda kaldı, dünyanın en fakir tarım işçilerinin yaşadığı, zaten gıda güvencesi olmayan yarı aç milyonlarca insan bu ülkede açlığa bir adım daha yaklaştı.

Tarım işçilerinin kıymeti anlaşıldı (mı)?

Gıda güvencesi açısından en donanımlı kıta olan Avrupa bile Covid-19’dan etkilendi. İlk defa dünyanın büyük gıda üreticisi ülkeler tarım işçisi bulamamaktan dolayı, milyonlarca avroluk tarım ürünlerini, özellikle de bu mevsimin önemli ürünü olan çilek ve kuşkonmazı tarlalarda çürümeye bırakmak zorunda kaldılar.

Şimdiye kadar Avrupa göçmen tarım işçileri sayesinde dünya kaliteli tarım pazarını elinde tutuyor ama işçilerin yaşam ve calışma şartlarındaki zorlukları görmezden geliyordu. Ancak Covid-19 günlerinde göçmen işçilerin ne kadar önemli bir işlevi olduklarını anlayabildiler.

ABD ise yıllardır fütursuzca kullandığı Meksikalı tarım işçilerini Covid-19 sürecinde tarımı zorunlu sektör sayarak özel izinlerle ülkeye girmelerine izin verdi. Umarız bu kararı verenler, sağlık kontrolü yapmak ve koruyucu önlemler almakta da cömert davranırlar.

Gıda stoklamak çare mi?

Bugün dünyadaki hakim sisteme göre, gıda ticareti büyük ölçüde ulaşıma ve dolaşıma dayalı olduğundan, gelecek bu krizden etkilenmeyecek hemen hemen hiçbir ülke yok. Ancak yoksul ülkeler, finansal ve yapısal güçleri olmadığından tabii ki bu krizi çok daha derinden hissedecekler. Fiyat artışları ve milli para değerlerindeki düşüşler bir araya gelince gıda ve tarımda ihracattan çok ithalata dayalı ülkelerin durumu gerçekten çok zor olacak.

2008 benzeri yeni bir gıda krizine girmemek için, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yetkilileri ülkelere panik yapmamalarını ve çok fazla ürün stoklamayıp, gereğinden fazla satın almamalarını öneriyor. Yani şu anda gıda ticaretine milliyetçi bir anlayışla yaklaşılmaması gerektiğini, ticaret sınırlamasına gitmemelerini, tarım ve gıda ürünlerine bir süre için fazladan ihracat ve ithalat vergisi koymamalarını öneriyor. Tabii bu tavsiyeler, ülkeler için olduğu kadar bireyler için de geçerli. FAO ülkelere “egoistçe gıda stoklamayalım” demeye getiriyor.

Ayrıca FAO taşımacılığın hijyen kurallarına uyularak devam etmesinin tedarik zincirini kırmamak için çok önemli olduğunu da hatırlatıyor. Tabii bunu söylemek kolay ama yerine getirmek o kadar kolay değil. Sağlık yönü ve Covid-19’un ne kadar bulaşıcı olduğunu dikkate alırsak, çok ciddi bir denetim gerekiyor ki, bu denetim zaten normal zamanlarda bile çok zor. FAO şu sıralar bölgesel ticaretin de çözüm olabileceğini öneriyor ve bu her bölge için önemli yeni imkanlar yaratabilir, diyor.

Eğer bu küresel bir sorun ise ve sağlık krizini gıda krizi takip edecekse, bu sorunlarla baş etmenin önemli yolu, bölgesel ve küresel bir dayanışmanın olmasından geçiyor. Maalesef şu anda bir dünya liderliği söz konusu değil.

Ayrıca ülkeler arasında güven ve şeffaflık da olması gerekiyor. Ancak bugünlerde uluslararası politikalara baktığımızda ufak tefek hibeler dışında bırakın küresel dayanışmayı, ABD’nin pandeminin ortasında Dünya Sağlık Örgütü ile kavgaya girişip fonlarını kesmesi, böylesi bir dayanışmadan çok uzakta olduğumuzu göstermez mi?

Yine, Avrupa topluluğunun İtalya’da yaşananlara nasıl seyirci kaldığını hepimiz gördük. Arkasından İspanya, Fransa gelince, sınır kapıları hemen nasıl da kapanıverdi.

Akılcı çözüm ne?

O halde şu anki durumda, eskiye dönmek için hâlâ zamanımız olduğu, milli tarım politikalarının devletin müdahalesine ihtiyaç duyduğu, bu politikaların kamu yönetiminin en önemli alanlarından biri olarak sadece özel sektörün eline denetimsiz olarak bırakılmayacağı gerçeği de göz önüne alınarak önlemler almak daha akılcı olmaz mı?

2008 gıda krizinin ardından, gıdaya erişimdeki tehlikeyi gören, doğal kaynakları kısıtlı ama petrol zengini bazı ülkeler, üçüncü dünya ülkelerinden büyük topraklar edinerek kendi vatandaşlarını ileride gelebilecek tehditlere karşı güvenceye alma çabasına girdiler. Büyük finans şirketleri de tarım ve gıda sektörünün önemini daha iyi anlayarak, bu alanda büyük yatırımlar yapmaya başladılar. Bazı ülkeler ise gıda alanında dışa bağımlı olmanın tehlikelerini görerek tarım politikalarında yerel üretime önem vermenin ve desteklemenin gerekliliğini, biraz da iklim değişikliğinin etkisiyle artan doğal afetlerden korkarak yeni yöntemlere geçme çabasına girdiler. Yani “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ya da “yeni normal” dediğimiz sloganlar hakim olmaya başladı.

Daha öncede salgınlar yaşanmış ama küresel ve bu kadar büyük hale gelmeden çaresi bulunmuş, pek çoğu da sadece gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına almıştı. Bu salgının en ilginç yanı da önce gelişmiş ülkeleri vurması oldu. Bundan önceki salgınlarda, örneğin Ebola’da Afrika ülkeleri en zorlu günleri yaşarken gelişmiş ülkeler bunun neredeyse farkına bile varmamışlardı. Ama bu sefer küreselleşmeye en yakın ülkeler ve kesimler en önde yara alanlar oldu. Covid-19’un en önemli farkı işte bu. Tabii, Afrika ve Latin Amerika’daki az gelişmiş ülkelere, özellikle zaten açlık ve yoksullukla mücadele eden, doğru dürüst sağlık sistemi olmayan bu ülkelerin vatandaşlarına Covid-19’un vurmasını düşünürken bile insanın tüyleri ürperiyor.

Gıda, su ve beslenme için panik zamanı mı?

Peki, böyle bir durumda, özellikle de “sosyal izolasyon” kuralının bulaşıcı hastalıklarla mücadelede en önemli önlem olduğunu düşünürsek, bu virüsün ne çaresini ne de kontrol altına alınacağı zamanı bilemediğimiz için; ayrıca virüs devamlı mutasyon geçirdiğini, bu hastalığı geçirenin bağışıklık kazanıp kazanmadığının bile belli olmadığını da düşünürsek, yaşamımızın en önemli ve vazgeçilmez ihtiyacı olan gıda, su ve beslenme konusunda bizi neler beklediğini düşünmek başlı başına paniğe girmek için yeterli.

Bu salgın gıda konusunda dünyada üretim fazlası olduğu bir zamanda ortaya çıksa bile, gıdaya ulaşımın hem ekonomik hem de lojistik bakımdan zorluklarını kısa zamanda gördük. Bazıları işlerini kaybederek ekonomik sıkıntıya düşerken, bazıları karantina nedeniyle izole edildikleri yerden karınlarını doyuramadı, çiftçiler üretime ara vermek zorunda kaldı, üretilen mallara pazarın küçülmesi sebebiyle alıcı bulunamadı, bu nedenle de yeni üretim için gerekli mali desteği sağlanamadı ve üretimden vazgeçildi. Eğer yeterli ekonomik güçleri varsa bu sefer de topraklarında veya mandıralarda çalıştıracak işçi bulamadıkları için üretimi durdurdular. Covid-19 üreticilerin pazarını küçülttü, tüketiciler de gıdaya erişmekte güçlük çekiyorlar.

Bu salgın biterken, hasat mevsimi de gelip geçerse, çiftçi toprağına gidemez, gitse bile tohumu alamaz, alsa bile ilacı olmazsa; elektriğe, suya verecek parası olmazsa nasıl ekip biçecek, bize gelecek mevsim için nasıl ürün yetiştirecek? Ayrıca sebze, meyve, et, süt, yumurta gibi saklanması zor, çabuk bozulabilir ürünler üretilmişse nasıl korunacak, üretilmemişse nasıl kollanacak? Şu anda gıda ve hayvancılıkta ciddi bir talep düşüşü yaşanırken acaba üretici hayatını nasıl devam ettirecek? Ayrıca dışa bağımlı tarım ekonomisine geçtigimiz bu yıllarda hayvan yeminden ilaca kadar, tohumdan bazı ürünlerin tamamen ithaline kadar zaten sorunlarla dolu bir sistem varken bunun üzerine bir de salgın hastalığın pençesinde, milli tarımdan bahsedilebilecek mi?

Krizden çıkış: Gıda egemenliği

Covid-19’un dünya ekonomisine getirdiği ve getireceği yükün şimdiye kadar görülmemiş bir düzeye ulaşabileceğini gören bazı ekonomistlerin, dünyanın her yerinde eşitsizliğin çok hızlı bir şekilde yayılmasını da göze alarak, yaygın ölümlere göz yummanın ekonomik depresyondan daha iyi olacağını bile söylemeleri tabii ki çok acı. Pakistan Devlet Başkanı’nın “Covid-19 ile ölmezsek açlıktan öleceğiz” demesi de bunu yansıtmıyor mu?

Umarım böyle bir seçim yapma zamanı ülkemize gelmeyecek. Bu seçim bana, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ölüm kamplarından iki çocuğundan birinin hayatta kalması için seçim yapmaya zorlanan bir anneyi anlatan William Styrom‘un “Sofi’nin Seçimi” romanını hatırlatıyor. Covid-19 krizi ile savaşmanın en önemli yollarından birinin sağlıklı beslenme olduğunu düşünürsek, böyle bir seçim yapmadan ve kıtlığa varmadan bu iki sektörü nasıl birlikte kurtarırız sorusunun yanıtı üzerine düşünmemiz gerekiyor.

‘Gıda bankaları’ dediğimiz hayırseverlik esasına dayalı halka erzak dağıtımı yerine gıda egemenliği dediğimiz çiftçimizin özgürce seçtiği üretim biçimiyle, sağlıklı, çevreye duyarlı, yerel üretime geçmek, endüstriyel ve süpermarket zincirlerine ve ithalata dayalı tarım ve gıda sistemleri yerine alternatifleri düşünmek için bu kriz zamanı belki de iyi bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmek için her bireye, yerel yönetimlere ve devlete düşen görevler var ve herkes bunları yapmakla yükümlü. Çünkü sağlık, gıda ve beslenme hakkı anayasamızda bizlere verilen yasal bir hak ve devlet özellikle zor zamanlarda bu görevi doğrudan yerine getirmekle yükümlü. Eğer küresel bir dayanışma yok ise, o zaman milli dayanışma şu andaki tek çare.

Twitter: @HilalElver

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Hilal Elver
Hilal Elver
Prof. Hilal Elver - 2014 - 2020 arası Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü olarak görev yaptı. California Ünivesitesi'nde hukuk profesörü. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1974 yılında mezun oldu. Çevre Bakanlığı'nın ilk hukuk danışmanı oldu, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü görevinde de bulundu. Elver, 1996 yılından bu yana farklı Amerikan üniversitelerinde uluslararası çevre ile insan hakları hukuku alanlarında akademik faaliyetlerini yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Virüsten büyük tehlike gıda güvenliği mi?

Covid-19’un yol açtığı gıda tehdidinin boyutları ne, çıkış yolu var mı? Gıda milliyetçiliği mi gıda egemenliği mi? Çok uluslu şirketlerin elinde toplanmış tarım ve gıda ekonomisi bütün dünyanın iyiliği için nasıl dönüştürülebilir? BM Gıda Hakları Raportörü Prof. Hilal Elver yazdı.

Covid-19 beraberinde bir çok komplo teorisini de getirdi ama bu virüs yüzünden gıda ve beslenme güvencesinin tehlikeye girdiği şu günlerin nerelere kadar gidebileceğini düşünmek neredeyse gerçeğe dönüşebilecek bir korku filmi senaryosu olabilir.

Tabii burada kast edilen gıda ve beslenme güvencesinin birkaç ay evde kapalı kalacağız diye gıda stoklamanın çok ötesinde bir konu olduğunun farkındaysak… Ve koronavirüs gelecek hasat mevsimini ya da mevsimlerini etkileyecek kadar uzun süre bizimle kalacaksa… Ama hemen belirtmeliyim; Covid-19’un ortaya çıkardığı gıda paniğini önlemenin yolu daha fazla gıda üretmek için endüstriyel tarıma sarılmak değil.

Aslında geçmişte de özellikle 2008’deki finansal krizde de gıda ve beslenme güvenliği gündeme gelmiş, birçok ülkede insanlar ekmek fiyatlarının yükselmesiyle açlık krizine girmiş, sokaklara dökülmüş ve bazı ülkelerde liderler istifa etmek zorunda kalmışlardı. 2011 yılındaki Arap Baharı’nın nedenlerinden biri de gıdaya erişim zorluğuydu çünkü küresel ısınma nedeniyle büyük yangınların çıktığı Rusya, kendine yetebilmek için buğday ithalini sınırlandırmış, bu da Rusya’dan buğday alan Mısır’da ekmek fiyatlarının artmasına neden olmuştu.

O günlerde, bütün dünyada olduğu gibi, bizde de yanlış giden ve ülkeleri gıdaya erişim konusunda dışa bağımlı hale getiren bugünkü gıda sistemlerinin sorunu gündeme gelmiş ama zaman içinde de unutulmuştu. Çünkü bazı ufak değişiklikler göstermekle birlikte çokuluslu birkaç dev şirketin elinde olan bugünkü tarım ve gıda ekonomisi dünyanın her yanını tıpkı Covid-19 virüsünün sardığı gibi sarmış durumda; bu düzen, hatta fütursuzca slogan haline getirdikleri gibi “dünyayı doyurmayı” kendilerine görev sayan bu büyük sermaye tarafından çok etkili bir biçimde korunuyor ve kollanıyor.

Gıda tedarik zinciri kırıldı

2008’deki gıda krizi o dönemde gıda yetersizliğinden kaynaklanmıştı. Bugün ise sorun tarım ürünlerinin azlığından değil, global dolaşımın sekteye uğramasından ortaya çıkıyor.

Bugün Covid-19 nedeniyle gıda ve tarım ürünleri ihracatçılarının getirdiği sınırlamalar, karantina ve panik, gıda tedarik zincirinin kırılmasına yol açmaya başladı bile. Örneğin, dünyanın en büyük soya üreticisi Arjantin soya üretimi yapılan bölgelerdeki yolları kapatınca ülkenin stokları yarıya indi. Kanada hava ulaşımını durdurunca son iki haftada Hindistan’dan gelen patlıcan ve kuru soğan ithalatı durdu, hem satıcı hem de alıcı büyük zarara uğradı. Dünyanın en büyük pirinç üreticilerinden Vietnam ihracatı sınırlayınca ilk büyük fiyat artışı pirinçte oldu.

Ana gıda maddeleri olarak bilinen tahıl, mısır ve soya fasulyesi üretiminde çoğunlukla hasat makinelerle yapıldığından ve saklanabilir oldukları için, her ülkenin durumu farklı olsa da halen geçen sezondan kalan stoklarla idare etmek mümkün. ABD, Çin ve Rusya ise en büyük gıda stoklarına sahip ülkeler.

Taze sebze ve meyve üretimi için ise insan emeğine ihtiyaç olduğundan ve uzun süre saklanamayacak ürünler olduğu için, bu ürünlerin üretimi ve dağıtımındaki zorluklar nedeniyle fiyatlar yükseleceğinden, ileriki günlerde sağlıklı gıdaya erişim hem çok zor hem de çok pahalı olacak.

Hindistan’da devletin aldığı sokağa çıkma yasağı kararı yüzünden tarım işçileri ulaşımı durunca, üretim ve ihracat da durmak zorunda kaldı, dünyanın en fakir tarım işçilerinin yaşadığı, zaten gıda güvencesi olmayan yarı aç milyonlarca insan bu ülkede açlığa bir adım daha yaklaştı.

Tarım işçilerinin kıymeti anlaşıldı (mı)?

Gıda güvencesi açısından en donanımlı kıta olan Avrupa bile Covid-19’dan etkilendi. İlk defa dünyanın büyük gıda üreticisi ülkeler tarım işçisi bulamamaktan dolayı, milyonlarca avroluk tarım ürünlerini, özellikle de bu mevsimin önemli ürünü olan çilek ve kuşkonmazı tarlalarda çürümeye bırakmak zorunda kaldılar.

Şimdiye kadar Avrupa göçmen tarım işçileri sayesinde dünya kaliteli tarım pazarını elinde tutuyor ama işçilerin yaşam ve calışma şartlarındaki zorlukları görmezden geliyordu. Ancak Covid-19 günlerinde göçmen işçilerin ne kadar önemli bir işlevi olduklarını anlayabildiler.

ABD ise yıllardır fütursuzca kullandığı Meksikalı tarım işçilerini Covid-19 sürecinde tarımı zorunlu sektör sayarak özel izinlerle ülkeye girmelerine izin verdi. Umarız bu kararı verenler, sağlık kontrolü yapmak ve koruyucu önlemler almakta da cömert davranırlar.

Gıda stoklamak çare mi?

Bugün dünyadaki hakim sisteme göre, gıda ticareti büyük ölçüde ulaşıma ve dolaşıma dayalı olduğundan, gelecek bu krizden etkilenmeyecek hemen hemen hiçbir ülke yok. Ancak yoksul ülkeler, finansal ve yapısal güçleri olmadığından tabii ki bu krizi çok daha derinden hissedecekler. Fiyat artışları ve milli para değerlerindeki düşüşler bir araya gelince gıda ve tarımda ihracattan çok ithalata dayalı ülkelerin durumu gerçekten çok zor olacak.

2008 benzeri yeni bir gıda krizine girmemek için, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yetkilileri ülkelere panik yapmamalarını ve çok fazla ürün stoklamayıp, gereğinden fazla satın almamalarını öneriyor. Yani şu anda gıda ticaretine milliyetçi bir anlayışla yaklaşılmaması gerektiğini, ticaret sınırlamasına gitmemelerini, tarım ve gıda ürünlerine bir süre için fazladan ihracat ve ithalat vergisi koymamalarını öneriyor. Tabii bu tavsiyeler, ülkeler için olduğu kadar bireyler için de geçerli. FAO ülkelere “egoistçe gıda stoklamayalım” demeye getiriyor.

Ayrıca FAO taşımacılığın hijyen kurallarına uyularak devam etmesinin tedarik zincirini kırmamak için çok önemli olduğunu da hatırlatıyor. Tabii bunu söylemek kolay ama yerine getirmek o kadar kolay değil. Sağlık yönü ve Covid-19’un ne kadar bulaşıcı olduğunu dikkate alırsak, çok ciddi bir denetim gerekiyor ki, bu denetim zaten normal zamanlarda bile çok zor. FAO şu sıralar bölgesel ticaretin de çözüm olabileceğini öneriyor ve bu her bölge için önemli yeni imkanlar yaratabilir, diyor.

Eğer bu küresel bir sorun ise ve sağlık krizini gıda krizi takip edecekse, bu sorunlarla baş etmenin önemli yolu, bölgesel ve küresel bir dayanışmanın olmasından geçiyor. Maalesef şu anda bir dünya liderliği söz konusu değil.

Ayrıca ülkeler arasında güven ve şeffaflık da olması gerekiyor. Ancak bugünlerde uluslararası politikalara baktığımızda ufak tefek hibeler dışında bırakın küresel dayanışmayı, ABD’nin pandeminin ortasında Dünya Sağlık Örgütü ile kavgaya girişip fonlarını kesmesi, böylesi bir dayanışmadan çok uzakta olduğumuzu göstermez mi?

Yine, Avrupa topluluğunun İtalya’da yaşananlara nasıl seyirci kaldığını hepimiz gördük. Arkasından İspanya, Fransa gelince, sınır kapıları hemen nasıl da kapanıverdi.

Akılcı çözüm ne?

O halde şu anki durumda, eskiye dönmek için hâlâ zamanımız olduğu, milli tarım politikalarının devletin müdahalesine ihtiyaç duyduğu, bu politikaların kamu yönetiminin en önemli alanlarından biri olarak sadece özel sektörün eline denetimsiz olarak bırakılmayacağı gerçeği de göz önüne alınarak önlemler almak daha akılcı olmaz mı?

2008 gıda krizinin ardından, gıdaya erişimdeki tehlikeyi gören, doğal kaynakları kısıtlı ama petrol zengini bazı ülkeler, üçüncü dünya ülkelerinden büyük topraklar edinerek kendi vatandaşlarını ileride gelebilecek tehditlere karşı güvenceye alma çabasına girdiler. Büyük finans şirketleri de tarım ve gıda sektörünün önemini daha iyi anlayarak, bu alanda büyük yatırımlar yapmaya başladılar. Bazı ülkeler ise gıda alanında dışa bağımlı olmanın tehlikelerini görerek tarım politikalarında yerel üretime önem vermenin ve desteklemenin gerekliliğini, biraz da iklim değişikliğinin etkisiyle artan doğal afetlerden korkarak yeni yöntemlere geçme çabasına girdiler. Yani “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ya da “yeni normal” dediğimiz sloganlar hakim olmaya başladı.

Daha öncede salgınlar yaşanmış ama küresel ve bu kadar büyük hale gelmeden çaresi bulunmuş, pek çoğu da sadece gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına almıştı. Bu salgının en ilginç yanı da önce gelişmiş ülkeleri vurması oldu. Bundan önceki salgınlarda, örneğin Ebola’da Afrika ülkeleri en zorlu günleri yaşarken gelişmiş ülkeler bunun neredeyse farkına bile varmamışlardı. Ama bu sefer küreselleşmeye en yakın ülkeler ve kesimler en önde yara alanlar oldu. Covid-19’un en önemli farkı işte bu. Tabii, Afrika ve Latin Amerika’daki az gelişmiş ülkelere, özellikle zaten açlık ve yoksullukla mücadele eden, doğru dürüst sağlık sistemi olmayan bu ülkelerin vatandaşlarına Covid-19’un vurmasını düşünürken bile insanın tüyleri ürperiyor.

Gıda, su ve beslenme için panik zamanı mı?

Peki, böyle bir durumda, özellikle de “sosyal izolasyon” kuralının bulaşıcı hastalıklarla mücadelede en önemli önlem olduğunu düşünürsek, bu virüsün ne çaresini ne de kontrol altına alınacağı zamanı bilemediğimiz için; ayrıca virüs devamlı mutasyon geçirdiğini, bu hastalığı geçirenin bağışıklık kazanıp kazanmadığının bile belli olmadığını da düşünürsek, yaşamımızın en önemli ve vazgeçilmez ihtiyacı olan gıda, su ve beslenme konusunda bizi neler beklediğini düşünmek başlı başına paniğe girmek için yeterli.

Bu salgın gıda konusunda dünyada üretim fazlası olduğu bir zamanda ortaya çıksa bile, gıdaya ulaşımın hem ekonomik hem de lojistik bakımdan zorluklarını kısa zamanda gördük. Bazıları işlerini kaybederek ekonomik sıkıntıya düşerken, bazıları karantina nedeniyle izole edildikleri yerden karınlarını doyuramadı, çiftçiler üretime ara vermek zorunda kaldı, üretilen mallara pazarın küçülmesi sebebiyle alıcı bulunamadı, bu nedenle de yeni üretim için gerekli mali desteği sağlanamadı ve üretimden vazgeçildi. Eğer yeterli ekonomik güçleri varsa bu sefer de topraklarında veya mandıralarda çalıştıracak işçi bulamadıkları için üretimi durdurdular. Covid-19 üreticilerin pazarını küçülttü, tüketiciler de gıdaya erişmekte güçlük çekiyorlar.

Bu salgın biterken, hasat mevsimi de gelip geçerse, çiftçi toprağına gidemez, gitse bile tohumu alamaz, alsa bile ilacı olmazsa; elektriğe, suya verecek parası olmazsa nasıl ekip biçecek, bize gelecek mevsim için nasıl ürün yetiştirecek? Ayrıca sebze, meyve, et, süt, yumurta gibi saklanması zor, çabuk bozulabilir ürünler üretilmişse nasıl korunacak, üretilmemişse nasıl kollanacak? Şu anda gıda ve hayvancılıkta ciddi bir talep düşüşü yaşanırken acaba üretici hayatını nasıl devam ettirecek? Ayrıca dışa bağımlı tarım ekonomisine geçtigimiz bu yıllarda hayvan yeminden ilaca kadar, tohumdan bazı ürünlerin tamamen ithaline kadar zaten sorunlarla dolu bir sistem varken bunun üzerine bir de salgın hastalığın pençesinde, milli tarımdan bahsedilebilecek mi?

Krizden çıkış: Gıda egemenliği

Covid-19’un dünya ekonomisine getirdiği ve getireceği yükün şimdiye kadar görülmemiş bir düzeye ulaşabileceğini gören bazı ekonomistlerin, dünyanın her yerinde eşitsizliğin çok hızlı bir şekilde yayılmasını da göze alarak, yaygın ölümlere göz yummanın ekonomik depresyondan daha iyi olacağını bile söylemeleri tabii ki çok acı. Pakistan Devlet Başkanı’nın “Covid-19 ile ölmezsek açlıktan öleceğiz” demesi de bunu yansıtmıyor mu?

Umarım böyle bir seçim yapma zamanı ülkemize gelmeyecek. Bu seçim bana, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ölüm kamplarından iki çocuğundan birinin hayatta kalması için seçim yapmaya zorlanan bir anneyi anlatan William Styrom‘un “Sofi’nin Seçimi” romanını hatırlatıyor. Covid-19 krizi ile savaşmanın en önemli yollarından birinin sağlıklı beslenme olduğunu düşünürsek, böyle bir seçim yapmadan ve kıtlığa varmadan bu iki sektörü nasıl birlikte kurtarırız sorusunun yanıtı üzerine düşünmemiz gerekiyor.

‘Gıda bankaları’ dediğimiz hayırseverlik esasına dayalı halka erzak dağıtımı yerine gıda egemenliği dediğimiz çiftçimizin özgürce seçtiği üretim biçimiyle, sağlıklı, çevreye duyarlı, yerel üretime geçmek, endüstriyel ve süpermarket zincirlerine ve ithalata dayalı tarım ve gıda sistemleri yerine alternatifleri düşünmek için bu kriz zamanı belki de iyi bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmek için her bireye, yerel yönetimlere ve devlete düşen görevler var ve herkes bunları yapmakla yükümlü. Çünkü sağlık, gıda ve beslenme hakkı anayasamızda bizlere verilen yasal bir hak ve devlet özellikle zor zamanlarda bu görevi doğrudan yerine getirmekle yükümlü. Eğer küresel bir dayanışma yok ise, o zaman milli dayanışma şu andaki tek çare.

Twitter: @HilalElver

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Hilal Elver
Hilal Elver
Prof. Hilal Elver - 2014 - 2020 arası Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü olarak görev yaptı. California Ünivesitesi'nde hukuk profesörü. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1974 yılında mezun oldu. Çevre Bakanlığı'nın ilk hukuk danışmanı oldu, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü görevinde de bulundu. Elver, 1996 yılından bu yana farklı Amerikan üniversitelerinde uluslararası çevre ile insan hakları hukuku alanlarında akademik faaliyetlerini yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x